21 Oca 2012

Tüm ülkelerin işçileri birleşin!

,

Dün Nişantaşı'na gittim. Ve burjuvalardan bir kere daha tiksindim. Çevrelerinde onca aç, yoksul çocuklar, gençler e kadınlar ardı ama hiç birisi dönüpde onlarla ilgilenmiyordu. İlgilenmemeleri hiçte şaşırtıcı değil. Malum, o patron çocukları ve bizzat patronlar sayesinde zaten, onlar açlar.

Eski yazılarımda da çokça belirtmiştim: Dünya'nın aslında hiçte kıt olmayan kaynakları mevcut. Ancak kapitalizm, bolluk içinde ki fakir ve sefil insanlardan beslendiğinden dolayı Dünya da ne kadar sefillik var ise kapitalizm o kadar gücünün doruk noktasındadır. Ama aynı kapitalizmin sonunu da yine aynı sebep ortadan kaldırır. Ki, tam da burada Karl Marx'ın kapital'ini anmakta fayda var. Yani demem o ki, ne kadar çok işsizlik olur ise o kadar çok işveren işçiyi alt düzey koşullarında çalıştırır. Askeri ücret alacakken bunu bile alamayan insanların işsizlik ile tehdit edilmesi ve bu durumlarına şükür etmeleri bunun en güzel örneğidir.

Yine aynı örnekten gidecek olunursa onu işsiz bırakacak olan sistem ondan işsiz olma durumuna yahut işsiz olmasına rağmen para ister. Çaresiz kalan işçi banka kredisi çekmekte yarar bulur. Ki bu durum, onu bu hale getiren kapitalizmin mali kaynağına destek sağlamaktan başka bir işe yaramaz. Çünkü zaten olmayan para kaynağının karşılığı olan krediler bir gün ödenemez hale gelmektedir. (Bu durumun Türkiye topraklarında uygulanmasının önünü açan hükümetler, karşılığını işçiden [dolayısıyla] alamayacak hale gelince hazine fonlarından bankalara para aktarma yoluna gitmektedirler. Dolayısıyla bu durumda bankaların işçiden karşılığını alamayacağını bile bile onlara kredi vermelerinin önünü açmaktadır.)

Bu durumda “yine” çaresiz kalan işçi tekrar ve tekrar kredi çekmektedir. Ve bu koşullarda kazanılan aylığın (yani bir aylık emeğin karşılığı olan paranın yahut kağıt parçasının) tamamen kendi için değil tamamen sistem için (yahut başka bir ifade ile banka için) çalışacağı anlamı taşımaktadır.

Sürekli olarak devlet, millet içindir söylevi kullanılmaktadır. Ancak gerçek bunun tam tersidir. Devlet, eğer millet için olsaydı en azından maddi durumu olmayan kişilerden vergi isteyeceğine daha çok vergi istemezdi.

Hazır devlet konusuna girmişken yine aynı millet için aynı devlet, canımızı onun için ortaya koymamızı istemektedir. Ve bunu isterken devletin başında ki kişinin isteği doğrultusunda ölmemizi de istemektedir. Çünkü şu zamana kadar eğitim sisteminde ki müthiş baskı, insanları devlet ne yaparsa doğru yapar, ne isterse (sözde) doğru ister tarzında eğitici şeyler vermiştir. Ve bu eğitimler, halkı milliyetçi eğilimler takınmamızın bilinç altında yatmaktadır.(Her ne kadar hükümet potikilarının değişmesine rağmen milliyetçilik aynı kalsa da [ki bu duruma en güzel örnek Menderes döneminde ki tarih kitaplarının ön sözünde yer alan “soydaşlarımız” sözcüğüdür] tüm bu milliyetçi ideolojiler, uluslar arası kapitalistlerin yani “emperyalistlerin işlerinin kolay yürümesini sağlamaktadır.

Devletin her şeyi doğru yaptığını zanneden halka şu soru sorulmalıdır: “ Malem öyle devlet hep zenginleşirken halk neden sürekli fakirleşiyor?”

Aynı devlet, kendi var olmadan önce bu topraklarda olan toplulukları bir türlü kabullenmiyor ve bu halklar değişmemek için direnç gösterdikleri zaman “kardeşliğe” bombalar yağdırılıyor.Daha sonra yöre halkları kendilerini savununca haksız oluyor, terörist oluyorlar. Bu haksızlıklar karşısında kimlerin açıkca “terörist” olduğu belliyken basın ile az önce saydığım devletin propagandası yapılıp, halklar bir birlerine düşman ediliyor. Ki bu durumda anladığınız üzere, yine emperyalistlerin işlerinin kolay yürümesini sağlamaktadır.

Tabi bunca durum karşısında bazı gruplar, “bizler hükümet yanlısı değiliz ama devlet yanlısıyız diye utanmadan söyleyebiliyorlar. Bu nasıl bir kafa karışıklığıdır anlamak mümkün değil! Ulusal akımlar çok enterasanlar vessalam...

Kendi topraklarında devrim isteyenler Stalinist düşünceyle birebir düşünmektedirler. Ancak bu düşünce ile Rusya, Çin, iyetnam gibi ülkelerde sözde devrimler çok kısa sürmüşlerdir.

Gerçek bir devrimin ancak ve ancak entarnasyonalist bir hareket ile olur. Çünkü tüm ülkelerin işçileri birleşince uluslar arası olan kapitalistler uluslar arası bir hareket ile köşeye sıkıştırılır. Ve pes ederler.

Enternasyonalist bir hareket önemlidir çünkü, paranın dini, dili, rengi ülkelesi olmaz, Eğer olsaydı yerli malı yurdun malı derken yurdun başındaki devlet halkın isteği dışında Hiçbir asimilasyon hareketine girişmezdi.

Eğer paranın rengi olsaydı Amerika, Irak ve Afganistan'ı resmen işgal edip yönetmezdi. Eğer paranın rengi olsaydı İngiltere'nin sömürgeleri, Yenizellan'da , İskoçya , Hindistan olmazdı.

Başından beri saydığım Nişantaşında ki burjuvaların ilgisizliklerinden tutun , daha sonra sayamadığım cinsiyet değiştiren insanların sadece travestilik yapmaktan başka bir çare bırakmayan sisteminde, hayat kadınlarının yaşadıklarından, sınavlarda yaşanan kopya skandalları, kadınlara uygulanan baskılar, sanki Dünya da yaşayan tek canlılar insanlarmış gibi doğaya; hayvanlara yapılan meta uygulamaları, havanın bile meta sayıldığı Dünya'ya , çeşitli isimlerde ki isimlerde ki operasyonlara, petrol savaşlarına, açlıkların, ırkçılığın, dinlerin,, bırakın sadece Hrant için adaleti ; Dünya da ki tüm Adaletler için, yani bir birinden ilgisiz gibi gözüken her şeyin hemde her şeyin çözümü Enternasyonalist hareket ile çözülür! Çünkü, Enternasyonalist hareket demek tüm ülkelerin işçilerinin birleşmesi demektir!

Tüm ülkelerin işçileri birleşince bu saydıklarıma sebebiyet veren o kağıt parçasını ortadan kaldırabilirler! Böyle bir durumda üzücü olan tek bir şey olacak oda : “Dünya da ki tüm patronlar yok olacaklar! Dolayısıyla, Vanda ki açlık ile savaşan insanlar varken Nişan taşında ki kırmızı halı olmayacak!” İşçilerin sözü en büyük söz olacak!

Peki bunca şey için ne yapılmalı? Çok basit aslında : “ İşçiler, patronların çıkarları için bir birlerinin arkasını kazmasın yeter!”

TÜM ENTERNASYONALİST DEVRİMCİLERE SELAM OLSUN!

ZAFERE KADAR SÜREKLİ DEVRİM!

YAŞASIN ARAP DERVRİMİ!

YAŞASIN DÜNYA DEVRİMİ!


  • Arapça:  !يا عمال العالم اتحدوا (okunuş: Yā ummāl el-ʿālem ittaḥidū!)
  • Ermenice: Պրոլետարներ բոլոր երկրների, միացե՜ք
  • Azerice: Бүтүн өлкәләрин пролетарлары, бирләшин! (okunuş: Bütün ölkələrin proletarları, birləşin!)
  • Baskça: Herrialde guztietako proletarioak, elkar zaitezte!
  • Belarusça: Пралетарыі ўсіх краін, яднайцеся!
  • Boşnakça: Proleteri svih zemalja, ujedinite se!
  • Katalanca: Proletaris de tots els països, Uniu-vos!
  • Çince (basitleştirilmiş): 全世界无产者,联合起来!
  • Hırvatça: Proleteri svih zemalja, ujedinite se!
  • Çekce: Proletáři všech zemí, spojte se!
  • Danca: Proletarer i alle lande, foren jer!
  • Flemenkçe: Proletariërs aller landen, verenigt U!
  • Estonca: Kõigi maade proletaarlased, ühinege!
  • Fince: Kaikkien maiden työläiset, liittykää yhteen!
  • Fransızca: Prolétaires de tous les pays, unissez-vous!
  • Gürcüce: პროლეტარებო ყველა ქვეყნისა, შეერთდით! (okunuş: p'rolet'arego q'vela kveq'nisa sheertdit)
  • Yunanca: Προλετάριοι όλου του κόσμου, ενωθείτε! (Proletario olu tu kozmu, enothite)
  • İbranice: !פועלי כל העולם התאחדו(okunuş: Poa-lay Kol Ha-Olam, Hitakhedu!)
  • Macarca: Világ proletárjai, egyesüljetek!
  • İngilizce: Workers of the world, unite!
  • İzlandaca: Öreigar allra landa, sameinist!
  • İtalyanca: Lavoratori di tutto il mondo, unitevi!, Proletari di tutti i paesi, unitevi!
  • Korece: 만국의 노동자들이여, 단결하라!!
  • Kürtçe: Karkerên hemû welatan, yekbin!
  • Makedonca: Пролетери од сите земји обединете се! (okunuş: Proleteri od site zemji, obedinete se!)
  • Mari: Чыла элласе пролетарий-влак ушныза
  • Moğolca: Орон бүрийн пролетари нар нэгдэгтүн!
  • Kürtçe: Kirêkaranî karkerên dinya cîhanê yekgirin hevgirin!
  • Farsça: کارگران جهان متحد شوید (okunuş: Kārgarān-e jahān mottaḥed šavīd!)
  • Lehçe: Proletariusze wszystkich krajów, łączcie się!
  • Portekizce: Trabalhadores do mundo, uni-vos!
  • Rumence: Proletari din toate ţările, uniţi-vă!
  • Rusça: Пролетарии всех стран, соединяйтесь!
  • Sırpça: Пролетери свих земаља, уједините се! (okunuş: Proleteri svih zemalja, ujedinite se!)
  • Slovakça: Proletári všetkých krajín, spojte sa!
  • Slovence: Proletarci vse dezel, zdruzite se!
  • İspanyolca: ¡Trabajadores del mundo, uníos!, ¡Proletarios de todos los Países, uníos!
  • İsveççe: Arbetare i alla länder, förenen eder!, Arbetare i alla länder förenen er!, alt. Arbetare i alla länder, förena er! (modern isveççe) alt. Proletärer i alla länder, förena er!
  • Tatarca: Барлык илләрнең пролетарийлары, берләшегез! (okunuş: Barlık illärneñ proletariları, berläşegez!)
  • Ukraynaca Пролетарі всіх країн, єднайтеся!
  • Vietnamca Vô sản toàn thế giới, đoàn kết lại!


Volkan Kahyalar                         

7 Oca 2012

Hitler mi Tayip mi?

,

Uzun zamandan beri işlerim dolayısıyla yazmıyorum. Burada ki işlerimden kastım: Sistemde var olan  birilerine para kazandırmak için çalışmak değil. (Tabi ki bunu da o nefret ettiğim kağıt parçasını kazanmak için bende yapmak zorundayım ama) aksine , bu sistemi yıkmak için verdiğim uğraşlar dolayısıyla yazamıyorum. Yani durmadım. Durmayacağım. Yazacağım, savaşacağım. Bunu beni seven ve özellikle de sevmeyen herkes duysun, bilsin.

Beni takip etmek isterseniz  https://www.facebook.com/volkansinem3   adresinden eklemeniz yeterli.

Bugün, Adolf Hitler'in yazarlığını yaptığı  ve kenid hayatını anlattığı Kavgam kitabının ön sözünde yer alan  ( Karınca yayınlarından çıkmış olan baskısından,  Nursaç Özpınar çevirisinden)  Hitlerin Özgeçmişini paylaşacağım.

Bunu yapmaktaki amacım, Hitleri sevmemden kaynaklı değil. Aksine Hitlerden nefret etmemden kaynaklı. (Bu nefretin nasıl bir şey olduğunu  siz okuyucular da öz geçmişi okuyunca anlayacaksınız bundan eminim.)

Bu özgeçmiş önemlidir çünkü, T.C.'de yaşanan süreçleri bire bir anlatıyor.

İyi okumalar...

Avusturya asıllı alman siyaset adamı. 1933- 1945 arasındaki devlet başkanlığı sırasında Nazi diktatörlüğünü kurmuş, 2.Dünya savaşı'nı bmaşlatarak milyonlarca insanın ölümüne sebebiyet vermiştir.

20 Nisan 1889'da, Avusturya'da, Braunau'da doğdu, 30 Nisan 1945'te Berlin'de öldü. Annesi ve babası, Avusturya'nın Bavyera sınırı yakınlarında bir dağ köyünden geliyorlardı. Babası Alois, Avusturya- Macaristan imparatorluğu'nun bir gümrük memuruydu. 1900-1905 arasında Linz'de ortaöğretim gördü. Sorumsuz ve tembel bir öğrenci olması nerediyle okuldan diploma alamadan ayrıldı. Bu yıllarda resim, tarih, müzik ve Richard Wagner'in yapıtlarıyla ilgileniyordu. Mimar ve ressam olmak istiyordu. 1905-1907 arasında Linz'de , hiçbir üretken etkinlikte bulunmadan geçirdi. 1907-1908 yıllarında iki kez katıldığı Viyana Güzel Sanatlar Akademisi giriş sınavında başarısız oldu. Bu başarısızlıklardan sonra, kişiliğindeki toplumdan ve gerçeklerden kaçış eğilimleri güçlendi. Viyana'da , ailesinden ve arkadaşlarından kopuk, yalnız bir yaşam sürmeye başladı.

1903'te babası, 1908'de annesi öldü. Kendisine bağlanan yetim aylığının 1911'de kesilmesinden sonra yaaşmını posta kartları ve suluboya resimler yaparak kazanmaya başladı. Geceleri kaldığı hayır kurumunda, serseri ve işsizlerle arkadaşlık ediyordu. Çalışma yaşantısı düzensizdi. Biraz para kazanınca çalışmayı bırakır, kahvelerde gazete ve kitap okur, tartışmalara katılırdı.

Siyasi olayları yakından izliyordu. Muhafazakar siyaset adamı Georg von Schonerer'in (1842-1921) Alman milliyetçiliğini benimsemişti. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu'nu yöneten Habsburg Monarşisi'nin , Alman Birliği'ne katılmayarak, Alman ulusunun çıkarlarına ihanet ettiğine inanıyordu. İşçi sendiklaralarına katılmıyor, kendisini işçilerden üstün görüyordu. Sınıf çıkarlarını savunduğu için sosyal demrasiyele karşıydı. O dönem Viyana'da yaygın olan görüşlerin etkisiyle tüm Yahudiler'e düşmandı.

Mayıs 1913'te sanatçı olarak daha iyi yaşam koşulları sağlamayı umduğu Münih'e gitti. Yoksul, amaçsız ve aylak yaşantısını orada da sürdürdü. 1.Dünya Savaşı'nı sivil yaşantısının yalnızlığından ve başarısızlıklarından kurtulmak amacıyla yararlanabileceği bir olanak olarak, sevinçle karşıladı. Şubat 1914'te gittiği Salzburg'da sağlık açısından yeterli bulunmayarak Avusturya ordusuna alınmadı. Gönüllü olarak Alman ordusuna katıldı. Batı Cephesi'nde , 16. Bavyera Alayı'nda onbaşı rütbesiyle, haberci olarak görev yaptı. 1914 ve 1918'de iki kez demir haç nişanıyla ödüllendirildi. Ekim 1916'da bacağından yaralandı. 1918'de gazla zehirlendi; ateşkes imzanlandığında Pasewalk'da hastanedeydi. Savaşta ki tutumuyla ilgili olarak sonraki yıllarda anlatırken başarı öykülerinin ne denli doğru olduğu bilinmemektedir. Kendisi, sahip olduğu değerlerin tümünü Alman ordusunda kazandığı kanısındaydı.

Savaş bitince , bir tutsak kampında gözcü olarak görev yaptı. Kampın dağılmasından sonra döndüğü Münih'te , orduda sivil propaganda görevlisi ve sol görüşlü kişileri ihbar etmekle görevli ajan olarak çalışmaya başladı. Askerlere milliyetçi ideolojiyi benimsetmeyi amaçlayan dersler verililiyordu. Konuşmacı olarak gösterdgi başarı ve siyasi ihtirasıyla bu görevinde üstlerinin gözünde girdi. 1919 'da kurulan ve işçilere milliyetçi görüşü benimsetmeyi amaçlayan Alman işçi partisi'nin yedinci üyesi oldu.

Partinin propaganda işlerinin sorumluluğunu üstlenen Hitler, kitle duyarlılığına ve kışkırtmaya yönelik, alışılmadık yöntemler kullanarak parti görüşlerini yaydı. Şubat 1920'de Münih'te bir birahanede milliyetçi e ırkçı görüşlere dayanan kendi siyasi programını okudu. Ağustos'ta da partinin adını Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSAİP) olarak değiştirdi. Aynı yılın sonunda Yahidiler'e karşı yazılar yayımlayan Völkiscber Beobachter (Halkın gözlemcisi) adlı küçük bir gazete satın aldındı ve parti gazetesi haline dönüştürüldü. Bu yıllarda Naziler, üstünlüğü sağlayabilmek amacıyla sol partilere olduu kadar sağ partilerle de savaşım içindeydiler. Bavyera ordu komutanlığında görevli subay Ernst Röhm'ün, Fırtına Bölüğü (Sturmabteilung-SA) adıyla örgütlendiği parti militanı eski askerler, partinin güçlü olduu izlenimini uyandırmak amacıyla yerli yersiz şiddet kullanıyorlar, Komünistler'in ve Sosyalistlerin toplantılırını basıyorlardı. Hitler,siyasal görüşlerini yaymak amacıyla şiddet kullanmayı doğal buluyordu. Röhm'ün asker kişiliği, yönetimi elde tutabilmek amacıyla ordunun desteğine gereksinim duyan Bavyera eyalet yöneticilerinin Naziler'in aşırılıklarına göz yummalarını sağlıyordu.

Hitler, Temmuz 1921'de Alman İşçi Partisi'nin kurucusu Anton Drexler'i tasfiye ederek NSAİP başkanı oldu. Kasım 1923'te Münih'te bir birahanede Nasyonal Sosyalist ayaklanmayı başlatarak darbe girişiminde bulunduğunda Nazi partisi küçük bir parti,, Hitler de tanınmamış bir siyaset adamıydı. Mussoli'nin Kara Gömlekleri'nin Roma'ya yürüyüşüne özenen Naziler'in Berlin'e doğru başlattıkları yürüyüşü, polis ateş açarak dağıttı. Hitler ve arkadaşları tutuklandı. NSAİP kapatıldı.

Hitler, yargılanmasından görüşlerini yaymak ve kendisini tanıtmak amacıyla yararlandı. 5 yıl hapse mahkum olmasına karşı Landsberg kalesinde ve rahat koşullarda 9 ay kapis yattı. Bu süre boyunca Ernst Röhm'ün e sonradan özel sekreteri olan Rudolf Hess'in yardımıyla, özgün adı “Yalan, Aptallık ve Korkaklığa Karşı Dört Buçuk Yıllık Kavgam” olan (kavgam) adlı iki ciltlik kitabının birinci cildini yazdı. Gobineau, Nietche, Richard Wagner, Houston Stuart Chamberlain gibi düşünürlere ait olduunu sandığı düşüncelirn iyi özümsenmemiş bir derlemisi olan bu kitabıyla Naziler'in idolojik  üsünlüğünü kanıtlamak istiyordu.

Hapisten çıktıktan sonra, partiyi yeniden örgütledi. 1924'te yaptığı bir konuşma nedeniyle, Bavyera'da ve diğer eyaletlerde konuşma yapması yasaklandı. 1927'de, hakkındaki konuşma yapma yasağı kaldırıldı. 1929'da ABD'nin hazırladığı Almanya'nın savaş tazminatı ödemelerine ilişkin Young Planı'na karşı Alman Ulusal Halk Partisi'yle işbirliği yaptı. Bu partinin başkanı Hugenberg'in denetlediği basın organları aracılığıyla ülke çapında tanındı. 1930'da yapılan parlamento seçimlerinde NSAİP, ikinci büyük parti durumuna geldi.

Bu yıllarda Münih'e yerleşen Hitler geçimini parti kaynaklarından ve kitap, yazı ve makalelerinden aldığı telif ücretleriyle sağlıyordu. Ev işlerine bakan aynı anneden doğma kız kardeşi Angela Raubal'ın kızı Geli'yle, yakın duygusal ilişkiler içindeydi. Geli, dayısının kıskançlığına ve baskılarına dayanamayarak Eylül 1931'de intihar etti.

Hitler 1932'de Alman vatandaşı oldu ve cumhurbaşkanlığı seçimlerine katıldı. Haugenberg'in girişimiyle kurulan Harzburg Cephesi'nin desteğiyle oyların %36'sını aldı.

Ocak 1933'te Cumhurbaşkanı Hinderburg tarafından başkanlığa getirildi. Aynı gün Naziler E., Hemingway, T.Mann, M.Gorki, K.Marx, F.Engels, S.Freud, A.Einstein gibi bir çok sanatçı ve bilim adamının kitaplarını meydanlarda ateşe verdiler. Hitler, Mart'ta yapılacak seçimlerden önce halka komünizm korkusu yaratmak amacıyla Reichstag yangınının düzenletti ve siçu Komünistler'in üzerine attı. Bu olaydan sonra tüm kişisel özgürlükleri kısıtlayan bir kararname çıkarıldı. Ve büyük tutuklama harekatı başladı. Nazi Partisi Mart'ta yoğun bir baskı ve terör ortamında yapılan seçimlerden en güçlü parti olarak çıktı. Ancak hala parlamentoda salt çoğunluğa sahip değillerdi. Hitler, 23 Mart'ta kabul edilen tam yetki yasasıyla parlamentodan dikatörlük yetkileri aldı. Haziran ve Temmuz aylarında , Komünist Partisi'nden başlayarak NSAİP dışında ki tüm partileri kapattı. Bir yıl sonra 29 Haziran 1934'te, bir darbe girişimini bahane ederek, SA birliklerinin başkanı ernst Röhm'ü, tekellerde uzlaşmaya karşı çıkan Gregor Strasser'i (1892-1934) ve eski başbakanlardan Kurt von Schleicher gibi sayısı tam olarak bilinmeyen çok sayıda siyasi muhalifini “evrensel demir yasaları” uyarınca bir gece içinde öldürttü. Hinderburg'un 2 Ağustos'ta ölümünden sonra Führer (Önder) sanıyla devlet başkanlığını da üstlendi.

Hitler, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun ve Bismarck'ın Alman İmparatorluğu'nun varisi olarak gördüğü Nazi devletini, 3.Reich (imparatorluk) olarak adlandırılıyordu. Alman toplumunu istediği doğrultuda yönlendirmeye başladı. Eyaletleri denetimi altına alarak feral yönetim biçimine son verdi. 1 Mayıs 1933'te işçilerin Naziler'i desteklediklerini göstermek amacıyla düzenlenen büyük gösterilerin ertesi günü, işçi örgütlerini parti denetimi altına aldı. Sayayin, ticaret, zanaat , tarımla ilgili tüm meslekleri kapsayan meslek örgütleri kuruldu. Meslek sahipleri, çalışabilmek için bu örgütlerden birine üye olmak zorundaydılar. 6-18 yaş arası çocuklar Hitler Gençliği adlı örgüt içinde Nazi idolojisisi doğrultusunda eğitilmeye başlandı. Önce Katolik Kilisesi, ardından da gençelerin denetim altında tutulmasına karşı çıkan Protestan Kilisesi baskı altına alındı.

Nazi devleti, acımasız bir polis devletiydi. Himmler'in yönetiminde örgütlenen Koruma Kıtası (Schutz-staffel-SS) ve Gizli devlet Polisi (Gestapo) yönetimin başlıca baskısı araçlarını oluşturuyordu. Yönetimin siyasal karşıtlarının ve Yahudiler'in gönderdiği ilk toplama kampı, Haziran 1933'te Dachau'da kuruldu.


Hitlerin hayatına burada son veriyorum. Çünkü daha ilerisi belki de şu anki koşullara göre fazla abartmak olur. (Belki de olmaz. Hatta belki de az bile söyleniyor) Ancak tam da burada bir soru sorup yazıyı bitirmek istiyorum : “Ne dersiniz acaba T.C'nin başında ki İktidarın başkanı da bu kadar ileri gider mi? Daha doğrusu bu kadar ileri gitti mi?”

İlk defa bir yazım da tespit yapmak istemiyorum. Tespiti siz yapın.Malum “birileri” tespitlerimden “sürekli”  rahatsız oluyor.Bende bir kibarlık yapayim de “bir kereliğine mahsus” onları dinleyip tespit yapmayim...


Dipnot: Bu yazının İlker Başbuğ'un içeri alınması dönemine gelmesi tamamen tesadüf. Aslında çok önce yazılması gereken ancak bir türlü yazamadığım bir yazıydı.

VOLKAN KAHYALAR        

 

10 Ara 2011

Amerika Amerika'yı yeniden dizayn ediyor!

,

Libya’da emperyalizm ve uşakları kazandı. Düşmanları Kaddafi’yi cesedi çürüyene kadar eski bir et deposunda yarı çıplak yere fırlatılmış halde tuttular, gelen geçene seyrettirdiler. Emperyalizme yakışır! Saddam’a, Usame bin Ladin’e, El Kaide Yemen’in lideri el Evlaki’ye uygulanan yargısız infazlardan sonra, tencere yuvarlandı kapağını buldu. Böyle emperyalizme böyle uşak!
Libya’da emperyalizm ve uşakları kazandı. Düşmanları Kaddafi’yi cesedi çürüyene kadar eski bir et deposunda yarı çıplak yere fırlatılmış halde tuttular, gelen geçene seyrettirdiler. Emperyalizme yakışır! Saddam’a, Usame bin Ladin’e, El Kaide Yemen’in lideri el Evlaki’ye uygulanan yargısız infazlardan sonra, tencere yuvarlandı kapağını buldu. Böyle emperyalizme böyle uşak!
Arap devriminin soldaki düşmanları hemen mal bulmuş mağribi gibi bunun üstüne atladı. “Bu ne biçim bahar, olmaz olası” dediler!
Tunus’ta piyasa İslamı seçimleri açık ara kazandı. Arap devriminin düşmanları bir başka mağrip ülkesinde yine kendilerine koz buldular. “Devrim bunun neresinde? İslamcıları başa getiren bir halk devrim yaşamış olabilir mi?”
Arap devrimi diye satılmaya çalışılan şey Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmesinden başka bir şey değildir, bu insanlara göre.
Ama aynı mağribiler Wall Street İşgali hareketine ve onun izinde 15 Ekim’de dünyanın dört bir köşesinde yüzlerce şehirde sokağa çıkan kitlelere sonuna kadar sahip çıkıyor, onları yüceltiyorlar. İyi de ediyorlar.
Oysa Wall Street İşgali hareketinin internet sitesi, hareketi şöyle tarif ediyor:  “Wall Street İşgali çeşitli ırklardan, cinsiyetlerden ve siyasi anlayışlardan insanların öndersiz direniş hareketidir. Tek ortak yanımız, yüzde 1’in açgözlülüğüne ve ahlâksızlığına artık tahammül etmeyecek olan yüzde 99 olmamızdır. Amaçlarımızı gerçekleştirmek için ‘Arap Baharı’nın devrimci taktiklerini kullanıyoruz.”
Hareket, eylemlerinde “Arap Baharı” diye pankartlar taşıyor. Arap devrimine karşı gazeteler bu pankartları gösteren fotoğraflar yayınlıyor ve yine de hareketi övüyorlar. İlham kaynağı Arap devrimini yerin dibine batırıyorlar, onun izleyicilerini göğe çıkarıyorlar.
Oysa, biraz dikkatli dinleselerdi, Arap devrimini yerden yere vurmak için kullandıkları ABD yönetiminin devrimlere sahip çıkar görünen demeçlerinin aynısının Wall Street İşgali için de verildiğini duyarlardı. Wall Street İşgali’ni Obama övdü. Hillary Clinton övdü. Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi grup başkanı Nancy Pelosi övdü. O zaman tek bir sonuca varabiliriz: Amerika, Amerika’yı yeniden dizayn ediyor!
Gerçek şudur: Arap devrimi (Aralık 2008 Atina isyanı bir erken haberci olarak bir kenara bırakılırsa) yeni açılmakta olan Üçüncü Büyük Depresyon döneminin ilk büyük devrimci dalgasıdır. Dünya çapında çok uzun sürmüş bir gericilik dalgasının ardından, Arap ülkelerinde ise İslamcı hareketlerin Amerikancı diktatörlüklere karşı tek kitlesel muhalif hareket olarak kalmış olduğu bir evrede, elbette ki çelişkilerle malûl olarak doğacaktır bu devrimler.
Tunus’ta piyasa İslamcılarının seçimi kazanması bunun sonucudur. Yakın dönemin son devrimci dalgası olan 1968’in merkez üssü Fransa’da 10 milyon işçinin genel grevi ve gençliğin kurduğu barikatlar, Fransız cumhurbaşkanı de Gaulle’ün ülkeden kaçmasına yol açmıştı. Ama bir ay sonra seçimi açık ara kazanan da o oldu! Mayıs 1968 de mi Amerika’nın dizaynı idi, gerici idi?
Libya ise Arap devriminin Vendée’sidir. Her devrimin içinde, bütün halkın karşı devrimci yönde ayağa kalktığı coğrafyalar olur. Fransız devriminde Vendée bölgesi bunun simgesidir. Libya’da hakim sınıf içi bir çatışma, emperyalizm işin içine girince karşı devrimci bir karakter kazanmıştır. Bunları başından beri yazıyoruz. Ama “dizayn” teorisi taraftarları karşı devrimci güçlerin barbarlığını devrimcilerin hanesine yazmaya çalışıyorlar.
Arap devrimi Wisconsin’den Madrid’e, Atina’dan Tel Aviv’e, Wall Street’ten Roma’ya uzanan yüzlerce şehirde işçi sınıfına ve gençliğe isyan şevkini ve cesaretini kazandırıyor. Bunlar dünya çapında yaklaşmakta olan bir devrimci dalganın düzenle ilk kılıç şakırdatmalarıdır.
Devrimin karşısında yer alan kendini karşı devrimciliğe mahkûm eder.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır. 
Not:Bu yazıyı, "Suriye ve Libya hakkında ki düşüncelerimi merak edenlere" (benim yazım dilimden bir türlü anlamayanlara karşı "özellikle başka bir kişinin ağzından anlatılan bir yazı ile" ) ithaf ediyorum. 

VOLKAN KAHYALAR  

3 Ara 2011

"Durma!"

,

Herkes Arap isyanından bahsediyor. Kimisi ona bahar diyor kimisi başka şeyler. Ancak şurası bir gerçek ki, bu isyan, “sistem karşıtı çok geniş kitlelere seslenen bir isyan.” Herkesin bu isyan karşısında kendine göre yorum ve teori geliştiriyor. Hatta bu isyanın Amerika tarafından uygulandığına dair ilginç teoriler de mevcut.

Ama bu ilginç teoriyi ortaya atanlar bir konuyu atlıyorlar. Bu isyanın başlangıcını...

Bu isyanın başlangıcını atlamak demek olayın bütününü atlamak demek. O halde gelin hep beraber olayın başladığı güne Tunus'a gidelim. Hani Muhammed Bouzazi'nin kendini yaktığı o güne...

Ama ondan da önce Muhammed Bouzazi'nin kendini yakmasının sebebeplerine bir bakmak gerek...

Muhammed Bouzazi, Üniversite mevzunu olmak için sınavlara giden ancak maddi durumunun yetersiz olmasından dolayı seyyar satıcılık yapması sonucunda sınavlara çalışamayan bir kişi.Babası o küçükken vefat etmiş bu sebeple küçük yaşta çalışmak zorunda kalan Muhammed, ailesine ekmek götürmek zorundaydı. E tabi, işten dönünce yorgunluktan dolayı uyumaktan başka zamanı kalmayan Muhammed ders çalışamadı. Ve bu sebepten de derslerden kaldı. Hoş sınavları kazansaydı da üniversite harcı verecek durumu da yoktu. Yani yine okuyamayacaktı.

Yine pazarda ekmek parası için gitmişti seyyar arabasıyla. Bir şeyler satmaya çalışırken zabıta geldi. Ve rüşvet istedi, yoksa arabasına el koyacaklarını söylediler. Ama Muhammed'in daha kazancı bile üç kuruştu onu da verirse eve hiç para götüremiyecekti. Ve zabıtaya para vermeyeceğini söyledi. Zabıta da arabasına el koymaya kalkışınca küfürleşmeler başladı. Daha sonra 5-6 kişi olan zabıta Muhammed'i dövmeye kalktı ama diğer pazarcılar Muhammed'e destek verince bu sefer zabıtalar diğer satıcılara saldırmaya başladılar. Tam bu sırada tek kalan Muhammed'e geri dönen diğer zabıtalar Muhammed'e saldırmaya başladılar. Ve ekmek parası olan arabasına el koydular.

Bu duruma isyan eden Muhammed, durumu protesto etmeki için kendini meydana atıp üstüne tineri döktü ve kıpırdamadan kendini ateşe verdi. “Ve verdiği o ateş, belki de kelimenin tam anlamıyla devrimin ateşi olmuştu.” Dersek eğer biraz erken davranmış oluruz. Çünkü, her ne kadar Muhammed Bouzazi'nin kendini yakmasından sonra devrim başladı denilse de, gerçek isyan, bir hafta kadar sonra hastaneye kaldırılan Muhammed Bouzazi'nin ölmesinden sonra duruma isyan eden arkadaşlarının sokağa çıkması ile başladı.

İşte devrimin başlangıç hikayesi işte böyle başladı. Her ne kadar basit olaylar zinciri olarak gibi gözükse de bu olayları iyi bilmek gerek çünkü her şeyi Amerika'nın yaptığını zannetmek kelimenin tam anlamıyla “ahmaklıktan” öteye gidemez.

Ve sonuç olarak isyan , TunusCezayirMısırBahreynÜrdün ve Yemen'de büyük çapta; MoritanyaSuudi ArabistanUmmanIrakLübnan ve Fasta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında başgösteren mitingler, protestolar ve halk ayaklanmaları başlamış oldu. Hatta bu da yetmedi, birde başka kıtalara da yansıdı bu durum. Amerika, Avrupa ... Genel grevler bir birini izledi. Kapitalistlerin ayaklarını denk alması için gürültüler başladı.

Bu gürültülerin Dünya'nın her tarafında yaşanmasının sebebini aslında Karl Marx yaptığı gözlemler ile taa.. 19.y.y.'ın başlarında şu şekilde açıklamıştı:

«
 Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. »

İşte bu yüzden Marx kapitalizm'in yarattığı her ekonomik krizi büyük bir selam ile karşılardı.

Tekrar etmek gerekirse eğer yine bu sebeplerden dolayı bu durumların “amerika'nın yaptığını düşünmek,ahmaklıktan öteye gidemez” (ancak bu duruma Suriye ve Libya dahil değildir.Ki bu ülkelerde ki durumları daha sonra açıklayacağım)

Ancak bu isyanların doğru şekilde teorik olarak yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu konu da da Lenin'in şu sözü durumu özetler niteliktedir: “Teori, bütün ülkelerin işçi hareketinin genel biçimi ile ele alınmış deneyimidir. Elbette ki teori, devrimci pratikle birleştirilmedikçe anlamsız olur; tıpkı, devrimci teori ile yolu aydınlatılmadıkça, pratiğin karanlıkta el yordamıyla yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratikle kopmaz bir bağla birleştiğinde, işçi hareketinin muazzam bir gücü haline gelebilir, çünkü harekete güveni, yönünü tayin etme yeteneğini ve çevresinde olup biten olayların iç bağlantısını anlamayı teori, ve yalnızca teori verebilir; çünkü pratiğe, yalnızca sınıfların bugün nasıl ve hangi yönde hareket ettiklerini değil, aynı zamanda yakın gelecekte de nasıl ve hangi yönde hareket edeceklerini de anlamasında teori, ve yalnızca teori yardım edebilir. 


İşte tam burada işçi hareketlerini doğru bir biçimde yönledirecek olan öğrenciler devreye girmelidir.
Yoksa bu durum kargaşadan başka Hiçbir şey meydana getirmez. Ki bu durum devrim alevinden saman alevine doğru gidip bir anda sönme eylemi gösterir.

Yine tam burada gerçek öğrenci örgütlenmelerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Yani kendi haklarını almak haricinde öğrenci hareketleri aynı zamanda ulusal bir hareketten öteye gidemeyen yahut gidemeyecek olan eylemlerini, emperyalizm ile savaş boyutuna getirmeleri için emekçilere Enternasyonal  bazda destek vermeleri gerekmektedir.



Hadi bakalım,işimiz hiç kolay değil. Eğer Tanrı varsa size yardımcı olsun, yoksa siz kendinize yardımcı olun. Çünkü bunun tam zamanı, hemde tam!

VOLKAN KAHYALAR 
 

1 Fikir Ver ! Görüş, Yorum, Anlayış farkı... Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger Templates