10 Ara 2011

Amerika Amerika'yı yeniden dizayn ediyor!

,

Libya’da emperyalizm ve uşakları kazandı. Düşmanları Kaddafi’yi cesedi çürüyene kadar eski bir et deposunda yarı çıplak yere fırlatılmış halde tuttular, gelen geçene seyrettirdiler. Emperyalizme yakışır! Saddam’a, Usame bin Ladin’e, El Kaide Yemen’in lideri el Evlaki’ye uygulanan yargısız infazlardan sonra, tencere yuvarlandı kapağını buldu. Böyle emperyalizme böyle uşak!
Libya’da emperyalizm ve uşakları kazandı. Düşmanları Kaddafi’yi cesedi çürüyene kadar eski bir et deposunda yarı çıplak yere fırlatılmış halde tuttular, gelen geçene seyrettirdiler. Emperyalizme yakışır! Saddam’a, Usame bin Ladin’e, El Kaide Yemen’in lideri el Evlaki’ye uygulanan yargısız infazlardan sonra, tencere yuvarlandı kapağını buldu. Böyle emperyalizme böyle uşak!
Arap devriminin soldaki düşmanları hemen mal bulmuş mağribi gibi bunun üstüne atladı. “Bu ne biçim bahar, olmaz olası” dediler!
Tunus’ta piyasa İslamı seçimleri açık ara kazandı. Arap devriminin düşmanları bir başka mağrip ülkesinde yine kendilerine koz buldular. “Devrim bunun neresinde? İslamcıları başa getiren bir halk devrim yaşamış olabilir mi?”
Arap devrimi diye satılmaya çalışılan şey Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden dizayn etmesinden başka bir şey değildir, bu insanlara göre.
Ama aynı mağribiler Wall Street İşgali hareketine ve onun izinde 15 Ekim’de dünyanın dört bir köşesinde yüzlerce şehirde sokağa çıkan kitlelere sonuna kadar sahip çıkıyor, onları yüceltiyorlar. İyi de ediyorlar.
Oysa Wall Street İşgali hareketinin internet sitesi, hareketi şöyle tarif ediyor:  “Wall Street İşgali çeşitli ırklardan, cinsiyetlerden ve siyasi anlayışlardan insanların öndersiz direniş hareketidir. Tek ortak yanımız, yüzde 1’in açgözlülüğüne ve ahlâksızlığına artık tahammül etmeyecek olan yüzde 99 olmamızdır. Amaçlarımızı gerçekleştirmek için ‘Arap Baharı’nın devrimci taktiklerini kullanıyoruz.”
Hareket, eylemlerinde “Arap Baharı” diye pankartlar taşıyor. Arap devrimine karşı gazeteler bu pankartları gösteren fotoğraflar yayınlıyor ve yine de hareketi övüyorlar. İlham kaynağı Arap devrimini yerin dibine batırıyorlar, onun izleyicilerini göğe çıkarıyorlar.
Oysa, biraz dikkatli dinleselerdi, Arap devrimini yerden yere vurmak için kullandıkları ABD yönetiminin devrimlere sahip çıkar görünen demeçlerinin aynısının Wall Street İşgali için de verildiğini duyarlardı. Wall Street İşgali’ni Obama övdü. Hillary Clinton övdü. Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi grup başkanı Nancy Pelosi övdü. O zaman tek bir sonuca varabiliriz: Amerika, Amerika’yı yeniden dizayn ediyor!
Gerçek şudur: Arap devrimi (Aralık 2008 Atina isyanı bir erken haberci olarak bir kenara bırakılırsa) yeni açılmakta olan Üçüncü Büyük Depresyon döneminin ilk büyük devrimci dalgasıdır. Dünya çapında çok uzun sürmüş bir gericilik dalgasının ardından, Arap ülkelerinde ise İslamcı hareketlerin Amerikancı diktatörlüklere karşı tek kitlesel muhalif hareket olarak kalmış olduğu bir evrede, elbette ki çelişkilerle malûl olarak doğacaktır bu devrimler.
Tunus’ta piyasa İslamcılarının seçimi kazanması bunun sonucudur. Yakın dönemin son devrimci dalgası olan 1968’in merkez üssü Fransa’da 10 milyon işçinin genel grevi ve gençliğin kurduğu barikatlar, Fransız cumhurbaşkanı de Gaulle’ün ülkeden kaçmasına yol açmıştı. Ama bir ay sonra seçimi açık ara kazanan da o oldu! Mayıs 1968 de mi Amerika’nın dizaynı idi, gerici idi?
Libya ise Arap devriminin Vendée’sidir. Her devrimin içinde, bütün halkın karşı devrimci yönde ayağa kalktığı coğrafyalar olur. Fransız devriminde Vendée bölgesi bunun simgesidir. Libya’da hakim sınıf içi bir çatışma, emperyalizm işin içine girince karşı devrimci bir karakter kazanmıştır. Bunları başından beri yazıyoruz. Ama “dizayn” teorisi taraftarları karşı devrimci güçlerin barbarlığını devrimcilerin hanesine yazmaya çalışıyorlar.
Arap devrimi Wisconsin’den Madrid’e, Atina’dan Tel Aviv’e, Wall Street’ten Roma’ya uzanan yüzlerce şehirde işçi sınıfına ve gençliğe isyan şevkini ve cesaretini kazandırıyor. Bunlar dünya çapında yaklaşmakta olan bir devrimci dalganın düzenle ilk kılıç şakırdatmalarıdır.
Devrimin karşısında yer alan kendini karşı devrimciliğe mahkûm eder.
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Kasım 2011 tarihli 25. sayısında yayınlanmıştır. 
Not:Bu yazıyı, "Suriye ve Libya hakkında ki düşüncelerimi merak edenlere" (benim yazım dilimden bir türlü anlamayanlara karşı "özellikle başka bir kişinin ağzından anlatılan bir yazı ile" ) ithaf ediyorum. 

VOLKAN KAHYALAR  

3 Ara 2011

"Durma!"

,

Herkes Arap isyanından bahsediyor. Kimisi ona bahar diyor kimisi başka şeyler. Ancak şurası bir gerçek ki, bu isyan, “sistem karşıtı çok geniş kitlelere seslenen bir isyan.” Herkesin bu isyan karşısında kendine göre yorum ve teori geliştiriyor. Hatta bu isyanın Amerika tarafından uygulandığına dair ilginç teoriler de mevcut.

Ama bu ilginç teoriyi ortaya atanlar bir konuyu atlıyorlar. Bu isyanın başlangıcını...

Bu isyanın başlangıcını atlamak demek olayın bütününü atlamak demek. O halde gelin hep beraber olayın başladığı güne Tunus'a gidelim. Hani Muhammed Bouzazi'nin kendini yaktığı o güne...

Ama ondan da önce Muhammed Bouzazi'nin kendini yakmasının sebebeplerine bir bakmak gerek...

Muhammed Bouzazi, Üniversite mevzunu olmak için sınavlara giden ancak maddi durumunun yetersiz olmasından dolayı seyyar satıcılık yapması sonucunda sınavlara çalışamayan bir kişi.Babası o küçükken vefat etmiş bu sebeple küçük yaşta çalışmak zorunda kalan Muhammed, ailesine ekmek götürmek zorundaydı. E tabi, işten dönünce yorgunluktan dolayı uyumaktan başka zamanı kalmayan Muhammed ders çalışamadı. Ve bu sebepten de derslerden kaldı. Hoş sınavları kazansaydı da üniversite harcı verecek durumu da yoktu. Yani yine okuyamayacaktı.

Yine pazarda ekmek parası için gitmişti seyyar arabasıyla. Bir şeyler satmaya çalışırken zabıta geldi. Ve rüşvet istedi, yoksa arabasına el koyacaklarını söylediler. Ama Muhammed'in daha kazancı bile üç kuruştu onu da verirse eve hiç para götüremiyecekti. Ve zabıtaya para vermeyeceğini söyledi. Zabıta da arabasına el koymaya kalkışınca küfürleşmeler başladı. Daha sonra 5-6 kişi olan zabıta Muhammed'i dövmeye kalktı ama diğer pazarcılar Muhammed'e destek verince bu sefer zabıtalar diğer satıcılara saldırmaya başladılar. Tam bu sırada tek kalan Muhammed'e geri dönen diğer zabıtalar Muhammed'e saldırmaya başladılar. Ve ekmek parası olan arabasına el koydular.

Bu duruma isyan eden Muhammed, durumu protesto etmeki için kendini meydana atıp üstüne tineri döktü ve kıpırdamadan kendini ateşe verdi. “Ve verdiği o ateş, belki de kelimenin tam anlamıyla devrimin ateşi olmuştu.” Dersek eğer biraz erken davranmış oluruz. Çünkü, her ne kadar Muhammed Bouzazi'nin kendini yakmasından sonra devrim başladı denilse de, gerçek isyan, bir hafta kadar sonra hastaneye kaldırılan Muhammed Bouzazi'nin ölmesinden sonra duruma isyan eden arkadaşlarının sokağa çıkması ile başladı.

İşte devrimin başlangıç hikayesi işte böyle başladı. Her ne kadar basit olaylar zinciri olarak gibi gözükse de bu olayları iyi bilmek gerek çünkü her şeyi Amerika'nın yaptığını zannetmek kelimenin tam anlamıyla “ahmaklıktan” öteye gidemez.

Ve sonuç olarak isyan , TunusCezayirMısırBahreynÜrdün ve Yemen'de büyük çapta; MoritanyaSuudi ArabistanUmmanIrakLübnan ve Fasta küçük çapta olmak üzere tüm Arap Dünyasında başgösteren mitingler, protestolar ve halk ayaklanmaları başlamış oldu. Hatta bu da yetmedi, birde başka kıtalara da yansıdı bu durum. Amerika, Avrupa ... Genel grevler bir birini izledi. Kapitalistlerin ayaklarını denk alması için gürültüler başladı.

Bu gürültülerin Dünya'nın her tarafında yaşanmasının sebebini aslında Karl Marx yaptığı gözlemler ile taa.. 19.y.y.'ın başlarında şu şekilde açıklamıştı:

«
 Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. »

İşte bu yüzden Marx kapitalizm'in yarattığı her ekonomik krizi büyük bir selam ile karşılardı.

Tekrar etmek gerekirse eğer yine bu sebeplerden dolayı bu durumların “amerika'nın yaptığını düşünmek,ahmaklıktan öteye gidemez” (ancak bu duruma Suriye ve Libya dahil değildir.Ki bu ülkelerde ki durumları daha sonra açıklayacağım)

Ancak bu isyanların doğru şekilde teorik olarak yönlendirilmesi gerekmektedir. Bu konu da da Lenin'in şu sözü durumu özetler niteliktedir: “Teori, bütün ülkelerin işçi hareketinin genel biçimi ile ele alınmış deneyimidir. Elbette ki teori, devrimci pratikle birleştirilmedikçe anlamsız olur; tıpkı, devrimci teori ile yolu aydınlatılmadıkça, pratiğin karanlıkta el yordamıyla yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratikle kopmaz bir bağla birleştiğinde, işçi hareketinin muazzam bir gücü haline gelebilir, çünkü harekete güveni, yönünü tayin etme yeteneğini ve çevresinde olup biten olayların iç bağlantısını anlamayı teori, ve yalnızca teori verebilir; çünkü pratiğe, yalnızca sınıfların bugün nasıl ve hangi yönde hareket ettiklerini değil, aynı zamanda yakın gelecekte de nasıl ve hangi yönde hareket edeceklerini de anlamasında teori, ve yalnızca teori yardım edebilir. 


İşte tam burada işçi hareketlerini doğru bir biçimde yönledirecek olan öğrenciler devreye girmelidir.
Yoksa bu durum kargaşadan başka Hiçbir şey meydana getirmez. Ki bu durum devrim alevinden saman alevine doğru gidip bir anda sönme eylemi gösterir.

Yine tam burada gerçek öğrenci örgütlenmelerinin önemi ortaya çıkmaktadır. Yani kendi haklarını almak haricinde öğrenci hareketleri aynı zamanda ulusal bir hareketten öteye gidemeyen yahut gidemeyecek olan eylemlerini, emperyalizm ile savaş boyutuna getirmeleri için emekçilere Enternasyonal  bazda destek vermeleri gerekmektedir.



Hadi bakalım,işimiz hiç kolay değil. Eğer Tanrı varsa size yardımcı olsun, yoksa siz kendinize yardımcı olun. Çünkü bunun tam zamanı, hemde tam!

VOLKAN KAHYALAR 

20 Kas 2011

Bop ve Kürdistan'ın ilişiksizliği

,
Her ne kadar kuruluş aşamalarında farklı idolojileri savunuyor olsalarda özellikle AKP iktidarının başlatmış olduğu Ergenekon operasyonu ile savundukları konular belirgin ve şaşırtıcı bir biçimde aynı olmaya başlayan Cumhuriyetin kurucusu CHP ve ulusal düşüncenin başını çeken İşçi Partisi'nin kendilerince ortak bir düşünceleri mevcut. Onlara göre : “BOP eşbaşkanı olduğunu söyleyen bir başbakan, ( haberi olmayanlar bu linkten videoyu izleyebilirler. http://video.google.com/videoplay?docid=6504609183807392808 ) Kürdistan adı altında bir ülkenin kurulmasına destek veriyor.Tabi ki bunun da önünü açmak için PKK' ya da destek veriyor.”

Bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğunu aslında cümlenin içinde geçen “BOP eşbaşkanı” öznesi bile anlatıyor.

Anlamayanlar için şöyle açıklama da yarar var: “Bugün BOP denilen BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ” ABD'nin çıkarlarının günümüz politikasına göre şekillenmiş halidir. Daha açık söylemek gerekirse, Emperyalizmin günümüz koşullarına göre şekil almış halidir. Ve Türkiye Cumhuriyeti başbakanı bu projenin eş başkanı olduğunu söylüyor.

E tabi bu görev (Yani BOP eşbaşkanı olmak) o kadar kolay değil. Bunun için büyük bir prestij gerekli. Ve Türkiye halkının bu konuda ne kadar hassas olduğu ortada. Yani, kurulma ihtimali olan Kürdistan'ın, bırakın kurulmasına izin vermesini, isminin geçmesine bile izin veremez. Verirse eğer halkın çok büyük bir tepki vereceğini bilir. Ve o BOP eşbaşkanlığını sağlayan prestij sulara gömülür.

Bırakın prestiji, başbakan eğer her hangi bir şekilde Kürdistan'ın kurulmasına destek verirse, kurulan bu Kürdistan, ezilen diğer uluslara destek bazında büyük bir moral kaynağı olur. Ve Filistin, Suriye gibi arap ülkelerinin yanında lazlar, rumlar, ermeniler,çerkezler gibi anadolu halkları da kendi bağımsızlıklarını isteyeceklerdir. Bunun en büyük örneklerinden bir tanesi, PKK'dır. Her ne kadar Anadolu'da sevilmemiş gibi gözükse de diğer etnik grupların haklar talep etmesinde büyük bir yankı yaratmıştır. Zaten bu durumun farkında olan Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri hükümetleri, saldırıların şiddetini arttırmışlardır.

İşte bu sebepler yüzünden Kürdistan'ı kurmak isteyen PKK'nın üstüne ardı ardına bombalar yağıyor.

Yine işte bu yüzden, AKP'nin Kürdistan'a destek verdiğini savunmak saçmalıktan öteye gidemez. Türkiye Cumhuriyetinin hangi hükümeti olursa olsun Sermaye'ye (günümüz adıyla ABD'ye, daha sonra hangi ülke olacağı bilinmez) hizmet ettiği sürece bu böyle sürüp gidecek!

Yine de bu düşüncesinde ısrar edenlere profesyonel ordu'nun neden gelmesine hazırlıklar başladığını sormadan edemiyorum. Çünkü, profesyonel ordu, PKK'nın bitirilmesi açısından tam bir katliam yaratacaktır. Unutmayın, PKK'nın çok büyük destek görmesinin sebeplerinden bir tanesi kürtlere tarih boyunca yapılan o katliamlardır. Profesyonel ordu'nun neler yapabileceğini görmek için jitem'e bakmak yeterlidir. Irkçılık yaptıları yetmiyormuş gibi(Kestikleri kulakları boyununa kolye yapmaları mı dersiniz? Yoksa köpek çeker gibi tasma takıp cesetlerle fotoğraflar çektiler mi?) birde emekliye ayrıldıklarında psikolojisi bozulan asker kökenli kişiler, hayatlarına katliamlar yaparak devam etmişlerdir.

Oh iyi yapmışlar diyebilirsiniz. Ancak unutulmamalıdır ki, ırkçılık ırkçılığı doğurur. Katliamlar ise nefreti...

Ki ölen askerlerimizin yanında PKK'nın da insanları da ölüyor... O da bizim Anadolu'nun insanı...

“Bu iş barış ile olur” diyen kişilere tepki göstermek. Kürt halkının taleplerini atlamak anlamına gelmektir. Ve bu durum ırkçılıktan başka hiçbir şey ifade etmemektedir.

Eğer Van depreminde içiniz acıyıp elinizden gelen ne varsa onlara yardım etmeye çalıştıysanız. Sizler gerçek bir insan evladısınız. Ancak, “oh iyi oldu be! Allah işini bilir işte” Dediyseniz. Sizler İnsanlıktan nasibini almamış canlı bile değilsiniz!Ki bu yazı zaten size değil. Üstünüze alınmayın!

...

VOLKAN KAHYALAR

10 Kas 2011

Bu ne van!

,
Bazen öyle bir gündem olur ki, bunu tüm kamuoyuyla anında paylaşmak gerekiyor. Ancak, bazen yine öyle durumlar olur ki, başta dediğimin tam tersi bir durum: “Ve böyle bir durumda da kamuoyuna olayları inceledikten sonra aktarmak daha doğru oluyor.”

Van’da 2 haftayı geçkin bir süre içerisinde meydana gelen deprem ise işte tam da bunlardan bir tanesi.

Normal şartlarda bir deprem olsaydı. Ve bunun yanında hemen yardımlar gitmiş olsaydı. Van depremi, anında haber verilecek bir gündem teşkil etmiş olacaktı. Ki keşke böyle bir şey olsaydı. Ancak olmadı. Olmadı çünkü , ırkçı zihniyet hiçte çıkmaması gereken yerde depremde ortaya çıkmıştı.

Onlara göre teröre destek verdikleri için Van'da halka Allah cezalarını vermişti. Ve bu ırkçılar yardıma ihtiyaçları olan kişilere yardım göndermeyeceklerdi. Onlara göre, milliyetçi olan kişiler zaten kendi imkanları ile oradan çıkabilirlerdi.

Evet evet yanlış okumadınız, onlara göre milliyetçi olanlar kendi imkanları ile enkazın altından çıkabilirlerdi.

Bunun yanında gönderiler yardımların içinden taş, jop, bikini, bayrak gibi deprem bölgesine hiçte yakışmayan onları aşağılayıcı şeylerde gönderilmişti.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi kendini bilmez kişiler: “Van, doğu olmasına rağmen yardım gönderilmeli” şeklinde başlayan cümleler kurmuşlardı.

Ancak tüm bu olanlara rağmen sanki bu zihniyetlere mesaj verircesine müthiş bir giysi ve çadır yardımı yapıldı. Ama bu yardımları dağıtacak kişiler bir türlü bulunamadı.Bunun yanında belediyelerde ya adam eksik oluyordu yahut malzeme. Örneğin, Kadıköy belediyesinde adam vardı ama kutu yoktu. Avcılar belediyesinde kutu vardı ama adam yoktu.

Diyarbakır, Hakkari, Ağrı, Batman, Siirt gibi doğu ve güneydoğu bölgelerinde ki şehirlerin belediyelerinde kampanyalar ile hemen organize olunup toplananlar Van’a gönderildi.
Bireysel göndermek isteyenler ise, kargo firmalarının başlangıçta yaptığı kampanyalar ile müthiş bir şekilde dağıtıldı. Ancak sonraları dağıtımda ki yığılmaları önlemek için kargolar bölgede yasaklandı.

Yardım göndermek isteyen kişiler otobüslerin yoğunluğu ve otogarların hasar görmesi sebebiyle otobüslerle yardımlarını gönderemedi. Ambarlarda ki kamyonlarda aynı otobüs firmalarının başına gelenler gibi terminallerinin yıkılması sebebiyle yardım kabul edemez duruma gelmişti.

Bazı uyanık geçinen otübüs firmaları da bu durumdan yararlanmak için ücretsiz yardım gönderimini kabul etmiyordu.

Tüm bu sivil organizasyonlara rağmen AKP’den bir türlü organize olamayan Kızılay’a önce teşekkür geldi. Ancak daha sonra halkın tepkisine karşılık Van milletvekili Ömer Çelik tarafından aynı Kızılay'a uyarı geldi.

Bu durum, devletin kendi içinde organize olamadığını, ancak sivil toplum kuruluşlarının daha çabuk organize olduğunu gösterdi.

Van, DTP belediyesine bağlı on civarında bina çökmüş vaziyetde. Ancak binaların büyük çoğunluğu oturulamaz halde. Erciş, AKP belediyesine bağlı altmış civarında bina çökmüş vaziyette geri kalanlar oturulamaz halde.

Gazeteci Banu Güven Erçiş’e gittiği zaman çökmüş binaların hesabını sormak amaçlı belediyeye gitmek istedi. Ancak gördü ki, belediye binasın da çoktan çökmüştü. Durum işte bu kadar ciddiydi.

Dikkat ettiyseniz Erciş AKP’nin , Van ise DTP’nin diye cümlelerin başında bahsettim. Bunu yapma amacım kesinlikle ayrımcılık yahut bir tarafı tutmak değil.

DTP devlete taban tabana muhalif bir parti olduğu için aldığımız duyumlara göre AKP’nin elinde beş bin çadır gibi bir sayı var ise bunun sadece yedi yüz elli tane gibi kısmını DTP’nin belediyesine veriyor. Ve zaten yağmacılığı meslek haline getirmiş olan grupların ekmeğine yağ sürüyor. Çünkü, bu durum belediye’nin önünde ihtiyaçlarını almak isteyen kişilerin elinde yeterince malzemesi olmayan belediyenin önün de kuyruk olup “belediye bize yardım etmiyor” tarzında bir anlayışını açıyor. Zaten valilik tarafından yardımların düzensiz gönderilmesini önlemek için yasaklanan yardım kamyonlarının giriş çıkışı ihtiyaçların daha da artmasına ve bu durumda doğal olarak yağmanın çıkma sebebini beraberinde getiriyor.

Kuru gıdaların dağıtımında devlet organları çok gecikti. Ancak insanlar kendi imkanları ile ihtiyaçlarını gidermeye çalıştı.

Su konusunda tahmin edebileceğiniz üzere uzun kuyrukların ardı arkası kesilmiyordu.

Halk tarafında yardımların DTP ve AKP'ye üye olanlara öncelik tanındığına dair bir iddia bulunuyor. Eğer bu söylenti gerçek ise olanın yine mazluma olduğu çok nettir. Ki bu durumu en az bunun kadar net bir şekilde ifade eden az önce anlattığım yağma olayıdır. Olan yine ve yine mazluma olmaktadır.

Muhalif bazı haber kanallarında devleti bu durumdayken pozisyon bilip yerden yere vuruyor. Ancak kendileri hiç bir şekilde yardım elini uzatmıyorlar. Bu durum da yaptıkları eleştirilerde ne kadar samimiyetsiz olduklarını göstermekte.

Bunların yanında çeşitli kurumlarda sanki para afet bölgesinde bir işe yarıyormuş gibi para kampanyaları düzenlendi. (önce ki yazımda da bahsettiğim gibi Kapitalist firmaların karlarını bırakıp bizim sırtımızdan bağış almalarını bu durumdan saymıyorum bile) Ve bunların içerisinde Samanyolu TV sözde tek başına yardım için aldığı bağış ile rekor kırdı. Ancak daha sonra anlaşıldı ki bu söylenen bağışların çok büyük oranı sadece göz boyamak amaçlıydı söylenen gerçeği yansıtmayan rakamlardı.

Tüm bunların yanında halktan alınan deprem vergisinin ne olduğu bir soru işaretiydi. Ancak bu duruma bakan Şimşek'ten bir yanıt geldi: “Duble yollar yaptık...” Bunlar üzerine “Nasıl depremde kullanılmadı bu deprem vergisi?” sorusu ise cevap bulamamıştı ki başbakan açıklama yaptı “Ne deprem vergisi, biz böyle bir vergi almadık ki?!”

Ne diyelim Allah mazluma yardım etsin. Çünkü bu topraklarda buna çok ihtiyaçları var!

VOLKAN KAHYALAR

30 Eki 2011

Kapitalizm ve sosyal sorumluluk!

,
Pardon, neden para kazanma olgusunu elinin kiri gibi yapan yani paraya para demeyen şirketler, her hangi bir yardım konusunda (bahsi geçen yardımın konusu her ne olursa olsun) cep telefonlarınızdan “bilmem ne yazıp gönderin 5 tl bağışta bulunun” şeklinde sözde kampanyalar yapıyorlar?

Bu durum yardım elimize ihtiyaç duyan kişileri “kullanmak” anlamına gelmiyor mu?

Eğer bir şirket gerçekten yardım etmek istiyorsa en azından bir hafta, kazandığı ciroyu mağdur kişilere hibe edebilir. (Ki ancak birkaç firma bunu gerçekleştiriyor) Ancak bahsi geçen şirket bunun haricinde bir hareket yapıyorsa düpedüz vahşi kapitalizme hizmet ediyordur! Çünkü tahmin edebileceğiniz üzere vahşi kapitalizm, canlı cansız kimseyi tanımaz sadece ve sadece kendi cebini doldurmanın yollarını arar.

Ancak insanlık yardım etmek isterse doğal bir süreç olarak, kendi kullanmadıkları yahut alıp göndermek istediği yardımları kendi sorumlulukları olarak görüp ihtiyacı olan yerlere\yere gönderir. Dolayısıyla, hiçbir şirket, tüketiciden toplamış olduğu paraları yardıma ihtiyacı olanlara göndermediği yetmiyormiyormuş gibi; birde yardım için ayrıca para toplayıp: ”Bakın biz yardım ediyoruz yardıma ihtiyacı olanlara” demek gibi bir lükse sahip değildir.

Ancak, bunlara rağmen derse düpedüz “yalan” söylemiş olur. Ki zaten bunu sürekli yapıyorlar.

Bu sebeple, o şirketlere kelimenin tam anlamıyla “Siz ahlaksızsınız!” demek çok doğru bir tespit olur.

Ancak tam anlamıyla bu tanımlamayı hak etmeleri için başka sebeplerde mevcut elbette: “Mesela, zaten onların aç gözlülüğü yüzünden resmen köle durumuna düşen insanların mağdur durumlarında dahi bu vahşi şirketler tarafından bir reklam aracı olarak görmeleri durumu gibi.”

Bu durumlara şaşırmamak gerek aslında çünkü, sosyal sorumluluk projeleri, vahşi kapitalizme hizmet eden şirketler, bahsi geçen kapitalizmden canı yanan kişilerin, isyan etmesini önlemek amacıyla, daha doğrusu bir “havucun” gerekli olmasıyla, ortaya çıkmıştır.. Malum isyan edenler, bu şirketlerin bizzat aç bıraktığı kendi “tüketicileridir”. Dolayısıyla her hangi bir isyanda şirketlerin ceplerinde ki paralarda fazlaca azalma olacaktır.

İşte tüm bu sebeplerden dolayı Hiçbir sosyal sorumluluk projesi Hiçbir şekilhde samimi değildir!

Aksine yalancıdır!

Bu durumu engellemek için ise: Başlangıçta bahsettiğim gibi, sistem gereği zaten yeterince para kazandırdığımız şirketlerin yardım kampanyalarını samimi bulmayarak bu kampanyalara katılımamak ve bu şirketlerin, kendi başlarına karşılıksız yardım göndermeleri için baskı oluşturmak; sistem çarkının “ters” işlemesi için yeterli olacaktır.

VOLKAN KAHYALAR

10 Eki 2011

Direniş ve Zafer !

,

Halkın bir kısmında “mitinglerin sürekli olduğu ancak bundan bir kazanım elde edilemediğine” yönelik bazı inançlar var. Hatta dediklerine göre bu inançları sebebiyle hiçbir mitinge katılmıyorlarmış. Bu tespit, kısmen doğru olmakla beraber yanlış yönleri daha ağır basmaktadır.
İşin aslına bakarsak eğer; tek başına mitingler hiçbir şeyi çözemez. Çünkü bu bahsi geçen mitinglerde hep bir ağızdan aynı şeyleri söylemekten başka hiçbir şey ortaya çıkmaz.
Ancak buna rağmen mitingler, düşüncesi her ne olursa olsun bir güç gösterisidir. Ve mitingler, oradaki kitlenin bu gücü örgütlenme ile yaptığının açık bir biçimde gösterir.
Ancak tüm bunlar hakları elde etmek için yeterli değildir. Yeterli olsaydı her mitingde bir hak kazanılmış olurdu. İşte buraya kadar başlangıçta bahsini ettiğim düşüncede ki halk haklıdır.
Ancak…
Bu durum mitinglere gitmeyerek haklarımızı elde edeceğimiz anlamına gelmemektedir.
Eğer bu düşüncedekiler haklı olsaydı kapitalizm ve Emperyalizm çoktan yüzlerce kere yenilmiş olurdu. Ama bildiğiniz üzere bu iş bu kadar kolay değil. Yinede bu zorluğa rağmen, Yunanistan’da İtalya’da İrlanda’da İngiltere’de İspanya’da yani tüm Avrupa’da; Şili’de, Meksika’da, Amerika’da yani Güney ve Kuzey Amerika kıtasında; Fas’ta, Tunus’ta, Mısır’da yani Afrika’da; Son olarak da emperyalizmin kalesi olan İsrail’de zaferler kazanılıyor. Direnişler sergileniyor. Hükümetler ve dolayısıyla devletler bu kitlelerden korkup halkların istemediği attıkları adımları “geri çekiyorlar.”
İşte tüm bu örnekler her gün yaşanan kitlesel eylemleri yani mitinglerin olumlu sonuçlar verdiğinin göstergesidir.
Ancak kitlesel eyleme geçmeden önce, başta işçi hakları olmak üzere tüm hakları elde etmek üzere elimizde var olan (yani kapitalizm ve emperyalizmin elimizden almadığı az sayıda ki) haklarımızı “hukuk bazında koruyup” daha fazla hak elde edebiliriz.
Ancak bu iki durum için kesinlikle ve kesinlikle hukuk yeterli bir biçimde çalışması gerekmektedir. Eğer hukuk görevini yerine getirmiyor ise bu takdirde halk kendi için olmasa bile “gelecek için” görevi olan haklarını “zor kullanarak” alacaktır, almalıdır.
Nitekim bunun örneklerini iş kanununda yer alan ve üzerinde milyonlarca insanın kanının olduğu haklar dizesinde görebilmekteyiz.
Bu hakları elde eden ve sayıları milyonları bulan insanlar, kesinlikle birden bire bu sayıya ulaşmamışlardır. Kaldı ki hak aramada sayının hiçbir önemi yoktur. Eğer öyle olsaydı sayıları 150’yi geçmeyen kot taşlama işçileri, iş yerlerinde ki olumsuz çalışma koşullarını kaldırmak için sayıları binleri bulan şirketleri 2008 yılında yenemezlerdi. Ve ülkemizde kot taşlama işi devam ederdi. Ki bu ve bunun gibi zafer ile sonuçlanan örnekler Dünya tarihinde oldukça fazladır.
Sonuç olarak mitingler ve hukuk bir birini zincirleme tamamlayan olgulardır. Biri olmaz ise bir diğerinin olması düşünülemez. Her ikisi de bir birinin emniyet kilididir. Ve hak aramak isteniyorsa direnerek kazanılacaktır!
Tekrar etmek gerekirse eğer, kazanılan hakların tarihine baktığınızda hepsinin üstüne bulanmış olan kanları göreceksiniz!
….
VOLKAN KAHYALAR

4 Eki 2011

Bedensiz ruhlar

,

Eski hayat kadını Ayşe’yi herkes muhakkak duymuştur gazete köşelerinde şaklaban edasıyla gösterilen tıpkı o işçi direniş haberlerindeki gibi sadece 2 satırlık yazıyla. O iki satırlık “sözde” haberde “genel evler kaldırılsın” diye başlıklar atılırdı o “ahlaksız” basın tarafından.Ancak hiçbir zaman detay verilmezdi.
Aslında itiraf etmeliyim ki Ayşe’yi tanımadığım için mi yoksa saçma sapan düşüncelerim olduğu için mi bilmem, yine o bahsi geçen “ahlaksız” basın tarafından Ayşe’ye yüklenen sıfata bende katılıyordum o zamanlar. Ancak bu durum Ayşe’yi tanıyıncaya kadardı.
9 yaşında öz amcası tarafından tecavüze uğruyor. O koca eller onun bedenini sarıyor…
Sonra daha bunun badiresini atlatamadan evleniyor Ayşe. Gebe oluyor Antep’te. Ancak gebelik döneminde eşi dışarıdayken kaynından canı erik çektiği için bir ricada bulunmaya çalışıyor. Ancak kaynı onu duymuyor. Oda sesini duyurmak için kaynının yanına gidince kaynanası “sen nasıl gidersin bir erkeğin yanına” diyip saçından çekiyor ve bırakıyor ki… Ayşe merdivenlerden yuvarlanıyor ve çocuğunu düşürüyor.
Sonra Antep’ten kurtulmak için boşanıyor Ayşe. Bir avukatın yanında sekreterliği başlıyor. Orada sürekli dikkat çeken bir müşteri evlenme teklif ediyor. Ve kabul ediyor Ayşe. Bu evlilik kabulünden birkaç gün sonra adam onunla birlikte olmak istiyor. Ayşe başta itiraz ediyor ama sonra kabul etmek zorunda kalıyor. Ve birlikte oluyorlar.
İlişki sonrası Ayşe’ye Adam, 30 lira veriyor ve bu parayı yanında tut yoksa ben kaybederim diyor. Aradan yarım geçmiyor ki polis geliyor. Ve adam 30 lira’ya benimle oldu bu kadın diye onu fuhuş ile suçluyor. Direk tutuklanıyor Ayşe. O kadar durumu anlatmaya çalışsa da…
Ve hâkimin yanına çıkıyor. O benim “kocam” diyince Ayşe; hakim’de: “Artık müşterilerinize kocam mı diyorsunuz?” diyip hapse attırıyor onu.
Bir hafta kadar hapiste kaldıktan sonra Adam geliyor ve “bende seni arıyordum her yerde” diyor. “O halde hadi çıkalım” diyince Ayşe. Hemen Mersin’den demir kapılı ve yüksek duvarlı bir yere götürüyor adam onu. Arabayı çekiyor kenara ve birden Ayşe’ye dönüp: “Benimle birlikte olduğun gibi kimseyle birlikte olmayacağına söz ver.” Der. Ayşe ise şaşırıp:”Nasıl yani?” der. “Sen söz ver “der adam. “Peki söz” der Ayşe. “O halde şimdi kapıdan içeri gir” der adam. Ayşe’de oranın genel ev olduğunu bilmeden girer.
Adam onu genel eve satmıştır…
Artık Ayşe bir “mal” gibi oradan oraya sürüklenecektir. Ancak başlangıçta bu durumu kabul etmediği için 3 gün boyunca dayak yer Ayşe. Hem de hiç durmadan…
Sonra 7 şehir gezdi Ayşe…
Daha doğrusu yedi genel ev…
Hep evlenme hayalleri vardı Ayşe’nin. Çeyizini ise yatmak zorunda olduğu kişilerden aldığı bahşişle sağlıyordu.
Tam 7 kere kürtaj yaptırdı Ayşe.Babasının kim olduğunu bilmeden.
İlk kürtaj sonrası dinleneceğini zannediyordu. Ama gelmesine daha beş dakika olmamıştı ki, gelir gelmez yine ilişkiye zorladılar onu.
İlk ilişkide kendini sadece et olarak görmeye başlamıştı Ayşe. Ruhu vardı artık sadece Ayşe’nin…
Babası yaşındakiler onun etine bakıyorlardı. Bu onun içini acıtıyordu. Hem de ne acıtma…
Ama sonunda yarım gün genel ev kapandı ve orada bir düğün yaptı Ayşe. O bahşişlerden topladığı çeyiz ile…
Ve artık genel ev yoktu hayatında. Ama mutluluk uzun sürmedi. 2 ay sonra o yılların haber sunucusu Reha Muhtar’a çıktı Ayşe. Eşinden şiddet gördüğünü söyledi.
O adamdan boşandı Ayşe…
Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Sigortasında bile ne iş ile uğraştığı yazıyordu.
Ne yapacaktı peki şimdi Ayşe? Ne iş yapabilirdi ki, bunca zaman bedeni satılan Ayşe?

Bu anlattıklarım bir film değil gerçek bir hayatın, Ayşe’nin hayatının kesitleri…
1001 Belgesel film festivalinde “Bedensiz Ruhlar” adlı belgeselde anlattı bunların hepsini Ayşe… Ve film gösterilirken Ayşe oradaydı. Gözlerinde yaş kalmadı izlerken. Salonu terk etmek zorunda kaldı. Ama tekrar geldi ve izlemeye çalıştı, olmadı… Göz pınarları yok oldu resmen… Kurudu hepsi…
Kadınlarımız bu “kapitalist” Dünya’da eziliyorlar. Bir “et”miş gibi davranılıyorlar. Sadece bir “kağıt parçası” uğruna.
İşte bu yüzden bu erkek hegolamanyasında “erkek olmaktan tiksiniyorum.” Böyle iğrenç bir ihtiyaç ile Dünyaya gelmek ne kadarda tiksindirici.
Aşağıdaki anket KAMER'in 'Alışmayacağız: Namus Adına İşlenen Cinayetler 2003 Raporu'nda yer aldı.

Anket KAMER adına Dicle Üniversitesi'nden Prof. Dr. Aytekin Sır ve ekibi tarafından yapıldı.

Ankette 'Namus nedir'' sorusuna çoktan aza doğru şu yanıtlar verildi:

'1-Karım, bacım, annem, ailem;

2-Kadınların iffeti;

3-Kadının cinselliği,bekareti;

4-Kadınların toplumsal kurallara itaatı;

5-Erkeğin şerefi haysiyeti;

6-Kadınların erkeklere itaatı;

7-Dinin emrettiği.


'Namussuzluğun ne olduğu'' sorusuna ise çoktan aza doğru şu karşılıklar
alındı:
1-Kadının bekaretini kaybetmesi;

2-Kadının açık gezmesi;

3-Erkeklerle konuşması;

4-Aşık olması;

5-Ailenin istemediği birisi ile evlenmek istemesi;

6-İzinsiz dışarı çıkması;

7-Zina yapması;

8-Dedikoduya sebep olacak davranışlar sergilemesi;

9-Dili uzun olması;

10- Kadının bekaretini kaybetmesi, zina yapması'
Bu rapor her ne kadar 2003’de yapılmış olsa da, 2011’de ki erkeklerin durumunu ne kadar iyi yansıtıyor değil mi? Yani değişen bir “hiç yok.”
O halde bu durumda Ayşe’nin “Peki bu durum nasıl çözülür?” sorusuna verdiği cevap durumun güzel bir özeti: “Aslında devlet ile çözülür bu durum. Ama çözmüyorlar. O halde “O… biz değiliz onlar…”
VOLKAN KAHYALAR
(*)Belgeseli izlemek isteyenler için bilgileri: Türkiye Turkey/ 2011/ 59’/ / 16:9 / Renkli Color/Türkçe Turkish / English Subtitled


Yönetmen / Director: Sabite Kaya
Görüntü Yönetmeni / Director of Photography: Serhat Dumlu, Sabite Kaya,Cevahir Şahin
Kurgu / Editing: Serhat Dumlu, Sabite Kaya,Cevahir Şahin
Ses / Sound: Serhat Dumlu,Sabite Kaya, Cevahir Şahin
Müzik / Music: Mustafa Biber
E-posta / E-mail: sabite70@hotmail.com

Filmimiz tüm bu bilgilerin ışığında, fuhuş sektörüne giriş sebebi her ne olursa olsun, yaptıkları işin ötesinde bir insan olarak yaşadıkları onca zorluğu ön araştırma ile belirlenmiş karakterlerin hayatlarına tanıklık edecektir. (http://www.1001belgesel.net/Film-detay.aspx?cid=241)
(**) Kadınlar hakkında yapılan eşitsizlikler ve hak ihlalleri o kadar çok ki bu anlattığım durum sadece bir tanesi. Uzatıp sizleri sıkmak istemedim. “Özür dilerim.”

4 Eyl 2011

Sosyal sorumluluk...

,
Her ne kadar emperyalist bir ülke olsa da gelişmiş ülkelerin başında giden İngiltere eski bakanı Chorcil, 2. Dünya savaşı sırasında Londra’ya bombalar yağarken bile eğitime ara verdirmemiş öğrenciler okullarına devam etmişlerdir. Hal böyle olunca eğitimin önemi bir kere daha ortaya çıkmış oluyor.

Konuyu biraz daha açarsak: “Eğitim gelecektir. Eğitim olmaz ise bir ülkenin bırakın yarınını, bugününü bile yaşayamadan yok olur gider… “

Ökder, bu durumu sözle değil fiil ile yapmak istiyor. Ancak ülkenin koşullarını göz önünde bulunduran Ökder, bırakın eğitimi, yaşamak için bile durumu olmayanlara destek çıkmaya çalışıyor. Bunun için projeler geliştiriyor. Bu projeleri uygulamaya çalışıyor.

Ancak bunu yaparken reklam yapıp marka olmaktan kaçınıyor. Çünkü bu durumun yanlış olduğunu düşünüyor. Her ne kadar marka olmak bir derneğin güvenini sağlıyor ve bu güven ile derneğe daha çok destek geliyor gibi gözükse de bu durumu marka olmadan sağlayacak koşullarında mevcut olduğu unutulmamalıdır. Bu duruma örnek teşkil eden birkaç durumu şu şekilde sıralamak mümkün:

• Belediye teşekkür belgesi
• Valilik izni
• Belediye izni vs.
Gibi belgelerin yardımlar için destek toplamak gibi…

Uzun lafın kısası:” Güven için, markalaşmaya gerek yoktur…”

Bunlar haricinde Ökder, sosyal sorumluluk konusunda bir önder olmak istemektedir. Bu durumda ki temel amaç:”Sosyal sorumluluk bilincini tüm Dünya’ya yaymaktır.

Konunun başında da bahsetmeye çalıştığımız gibi iyi bir gelecek iyi bir eğitim ile olur. Yani, iyi bir Dünya iyi bir eğitim ile olur…

Yine az önce bahsetmeye çalıştığımız gibi: “Durumu olmayan kişilerin gururlarını incitmeden çeşitli yöntemlerle eğitime destek amaçlı projeler üretiyoruz.” Bu projelerden bir tanesinde de sizin de yardımınızı alıp harekete geçirmek istiyoruz.

Projemiz şu şekilde işlemekte: “Hangi bölgeye yardım gidecek ise öncelikli olarak o bölgenin eksik durumu tespit edilir. Bu eksiklik içerisinde örneğin giysi, kitap, ağaç gibi durumlar yer alır. Eğer giysi yahut kitap gibi şeyler eksik ise öğrencilerden belirlenen konu üzerinden resim çizmeleri istenir. (Duruma göre el işi de olabilir. ) Çizilen bu resimler daha sonra belirlenen bir yerde sergilenip satışa sunulur. Elde edilen gelirin %70’i projede bahsi geçen okulun ihtiyaçlarına harcanır. %30’u ise derneğin sırada ki sosyal sorumluluk için gerekli olan harcamalarda kullanılır.

Böylelikle sanki yardım karşılığında bir şeyler yapıyormuş gibi olup, gurur incitici durumlar yahut tembellik gibi durumların önüne geçilir.

Bu durumun haricinde artı bir durum olarak:” Sadece giysi ve kitap yardımı değil aynı zamanda okulun başka ihtiyaçları da %70’lik oran ile karşılanır. “

Peki bu projede sizler ne yapacaksınız?
Lise yahut üniversite öğrencisi iseniz okulunuzun kulübü olarak dilerseniz stant açabilir. Burada giysi, kitap yardımı toplayabilirsiniz. (Dilerseniz stant açmadan çevrenizden de toplayabilirsiniz.) Bu toplamalarda kendi kulübünüz adına yapıp kendi yardımınızı yaparsınız. Böylece hem sosyal sorumluluk bilinci gelişirken hem de okulların tüzüklerinde yer alan dernek standının açılma yasağını geçmiş olursunuz.

Eğer okumuyor da çalışıyorsanız çevrenizde ki insanlardan yardım alıp verdiğimiz adreslere gönderebilirsiniz.

“Peki, o halde dernek neden var?” Diyebilirsiniz. Bu sorunun cevabını sosyal sorumluluk bilinci olmayan insanlarda arayabilirsiniz. Çünkü bu kişiler sosyal sorumluluk için gerekli olan iradeyi sağlamak için bir derneğe ihtiyaç duyarlar. Ve bu dernek de bir ilk olmak için “Ökder” oluyor.

Şimdi gelelim esas soruya: “Dünya için bizimle çalışmaya ne dersin?”

Not: Bu yazıyı sonuna kadar okuduysan zaten bizimle aynı düşüncedesin. O yüzden çekinme ve beni ara. “Ne yapabilirim?” Diye sor.

VOLKAN KAHYALAR

0546 461 79 30


3 Eyl 2011

Rize- Ayder (Bölüm 2)

,

Gerçekten devasaydı. Grupta yaşanan aksilikler bizim sinirlerimizi bozmuştu. Ancak buna rağmen yolumuza kale ile devam ettik. Yollar çok bozuktu.Yani bu şu anlama geliyordu, savrulan aracın içinde sallanmaktan içimiz dışımıza çıkması ve sinirlerin aşırı derecede bozulması...
Ancak buna rağmen yolumuza kale ile devam ettik. Ama daha önce Eren'in dediği gibi asfaltın gelmemesi buralar için daha iyi oluyordu.
Geldiğimizde bizi üzen bir durum ile karşılaştık.Kale restore edilecek diye daha beter yapılmıştı... Bilgilendirmek amaçlı yazılan yazılar yalandı. Bu sebeple kalenin durumu içler acısıydı. Buradan rafting yapmaya geçtik. Biraz bekledikten sonra mayoyu ortaktan rica ile aldım. ( Ortak: Kamp boyunca insanların bir birlerine hitap şekliydi. Çünkü, Şeyh Bedrettin destanınında bahsi geçen ortaklık kavramı buradan gelmekteydi. ) Toplam 7 ortak sıranın bize gelmesi ile birlikte ufak bir tanıtım ile botlarımıza atladık. Ortaklardan bir tanesi polonyalı Cormın'dı. Çok iyi biriydi. Kampa; bölgeyi gezmek için geldiğinde karşılaşması ile katılmıştı. Sonra 3 gün boyunca kalıp bize eşlik etmişti.
Dümenin başında ki hocanın “Hey” sesiyle bizde aynı anda “Hop” deyip küreklere asılıyorduk. İlk anlarda arayı çok fazla açtık. Ama daha sonra sigara molasıyla fark fazlasıyla kapandı. Birde diğer arkadaşlarla savaşa girince çok geride kaldık. Ama savaşıda yendik :) Bu sırada geçtiğimiz bir ufak şelaleden uçan bir arkadaşımız belini biraz incitmesi dışarıda fazla abartılarak ANADOLU AJANSI haber yapınca, bu haber TRT'de bir kişi boğulmaktan kurtuldu olarak yansıdı. Daha sonra eğlenip kampa döndük. Yemeklerimizi yiyip seksen dakikalık bir “HES direniş” belgeseli izlemeye başladık.
Ertesi gün akşam 3 direnişçi bizim kamptaydı. Aslında Eren'in anlattığından farklı bir şey anlatmamışlardı. Ancak bunlardan bir tanesi önceden bahsedilen fındıklı köyünde HES patronlarına karşı 5 yıldır sopayla nöbet bekleyen direnişçilerinden biriydi. Ayrıca direnişçilerden biri önemli bir bilgi aktardı: “Aslında Karadeniz sahil yolu kaçaktı. Bu durum mahkeme kararıyla engellenmişti. Ancak bu sefer aynı proje ile beş metre öteden inşaat sürdü. Tekrar mahkeme bu inşaatı yasakladı. Ancak tekrar beş metre öteden sürdü. Ve gelinen son durum Karadeniz sahil yolu tamamen kaçak yapılmıştır.”
Cumartesi günü Karadeniz İsyandadır Platformu( KİP)'in sözcüsü Cenk bir seminer verdi. Bu seminerde.Greenpeace ve Tema gibi kurumların aslında nasıl sahtekar olduğunu, rüzgar ve güneş enerjilerinin nasıl zararlı olduğunu anlattı. Bu konuları açarsak eğer;
Greenpeace'in eski sahibi aslında bir yeşil sever olmadığını bunun yerine ”yeşil sermaye”ye destek veren bir kişi olduğunu anlatan bir videodan bahsedildi. Tema'nın fahri üyesi olan bir şahsın aynı zamanda nükleer santral şirketinin olduğu bu da yetmiyormuş gibi hasan keyf sular altında kalmasın diye bizler savaşırken, bu bölgenin su altında kalması için tek krediyi veren banka olan Garanti için yapılan bir ankette, Tema'nın ankete katılanlara yeşili koruduğu için(!) sertifika vermesi ayrı bir soru işareti olduğundan bahsedildi.
Güneş enerjisi panellerinin doğaya zarar verdiği çünkü, bu panellerin Güneşin geliş açısını değiştirdiği gibi, bu da yetmiyormuş gibi aynı zamanda Güneş panelleri için gerekli olan asitin yılda en az bir kere boşaltılması gerektiği için dolayısıyla bununda çevrede tahribata yol açacağı için...
Ayrıca Rüzgür enerjisi için gerekli olan rüzgar panellerinin bölgede yaşayan halkın kalp ritmini etkilediği ve bu enerjinin çevreye radrasyon yaydığı belirtidi.
Aslında asıl sorun: “Yeni enerji kaynağı bulmakta değil. Aksine, ne kadar yeni enerji kaynağı bulunursa bir o kadar yeni fabrikalar kurulacaktır.Dolayısıyla o kadar kapitalizm gelecek demektir. Zaten bu yüzden gerçek yeşilciler aynı zamanda anti- kapitalisttir. Ne kadar çok enerji o kadar çok silah teknelojisi ve çevreye zarar demektir.” Bunun yerine daha fazla fabrika olmasın ve daha fazla tahribat yaşanmasın denilip panel bitirildi.
Akşam saatlerinde veda konuşmaları için ateş yakıldı. Ve herkes ateşin çevrenide toplanıp şiirler okundu. Veda konuşmalarının bir taneside bana aitti: “ Ben burada olmaktan çok mutluyum desem az olur. Çünkü çok kelimesi yetersiz olur. Ben işçiyim. Yıllık iznimi kullanmak için geldim buraya. Burada çok şey öğrendim. Bodoslama konulara girsem dahi dışarıda dayak yiyecekken ,burada herkes bir birine saygı göstermesinin ne kadar da güzel bir şey olduğunu öğrendim. Farklı düşüncelerin harmanlanmasının ne kadar güzel bir şey olduğunu öğrendim. İstenilince her ne kadar başlangıçta çok ön yargılı olduğum atölyelerin ne kadar güzel şeylere vesile olduğunu gördüm. Karadeniz insanının her ne kadar bu çok soğuk havalarda dahi olsa havaların tam tersine sıcak kalplerinin olduğunu öğrendim. Hes karşıtlarının o burjuva gazetelerinde bir iki satırlık yer almasının aslında nasıl bir savaş olduğunu anladım. Burası bana çok şey kattı. Hepinizi çok seviyorum... “
Konuşmalardan sonra sıra şiir dinletisine gelmişti. Sabaha kadar horon vuruldu. Kampta yeni bir grup kurmuştu arkadaşlar. Onların güzel parçalarıyla coştuk...
Ertesi gün bize alışan halkın hüznü ile ayrıldık. Kamptan ilçeye inip otobüslere bindik. Buradan Trabzon'un Of ilçesine yapılan termik santrali protesto etmeye yola çıktık. Protesto halkın çok az destek vermesinden dolayı coşkusu da bir o kadar az bir şekilde yapıldı. Ancak verilen mesajlar tamdı.Ve aslında haftanın genel bir özetiydi.
Buradan gelecek sene tekrar buluşmak üzere şehirlere dağıldık...
Not: eren konuşmayı bitirdiği zaman bir müjde verdi: “Loç vadisi halkı, yorucu bir süreçten sonra, mahkemeyi kazandığı ve bu kazanım ile moral depoladığını söyledi.” Bu kazanım sadece bu bölgeye değil, aynı zamanda tüm HES karşıtlarına moral oldu. Ancak Hes'çi şirkek OR-YA, vadiye bu seferde taş ocağı ile girmeye çalıştığı bilgisi geldi. Yani mücadele devam ediyordu.
Savaşmaya devam...

VOLKAN KAHYALAR

15 Haz 2011

Hadi sokağa!

,
Bugün yazıma iki özür ile başlamak istiyorum. Bunlardan ilki uzun zamandan beri yazmadığım daha doğrusu yazamadığım için... Diğeri ve en önemlisi de yapmış olduğum en büyük hatalı tahmin için...

Bu hatalı tahminime göre AKP bu seçimlerde gidecekti. Çünkü Davos'dan sonra İsrail'in dolayısıyla ABD'nin gözünden düşen AKP'nin verilen yetkilerinin geri alınması gerekiyordu. Bunun içinde kendimce bazı ispatlarım da vardı. Bu ispatları genel hatları ile hatırlatmam gerekir ise: “Ortadoğu eş başkanıyım diye söylevlerde bulunan başbakan, düşüncelerinden dolayı fazlasıyla “dincilik” politikası güttüğü için ve bunun yanında İran'da yapılan hatayı bir daha yapmamak vede yerine ortadoğu karakol şefliğini yapabilecek kişi yahut ekibini değiştirmesi gerekiyordu.

Zaten halk her ne derse desin Beyaz saray'a gidip de kazanılmayan seçimler dahi kazanılmış gibi gösterildiği için -ki bu yöntem artık sandık çalınması ile değil AKP iktidarının gelmesi ile ABD'den ithal edilen bilgisayar sistemi ile yapılıyor- sokağa inmeyen insanlar için bu durumun yutturulması kolay oluyor.


Ancak umduğum sonuç ortaya çıkmadı. Ama halen bu durumun şaşkınlığı üzerimde çünkü, halen İsrail ile nasıl bir oyun olduğunu çözebilmiş değilim...Eğer bu konu hakkında beni bilgilendirmek isteyen olursa bilgilendirmesinden onur duyarım. Ancak dediğim sebeplerden dolayı çok özür diliyorum... Bilmiyorum ne kadar kabul edersiniz...

Bu benim için “anlamı büyük olan özürden” sonra konunun esas kısmına gelmek istiyorum. Az önce bahsettiğim gibi , AKP'nin gelmesi ile yeni gelen bilgisayar sistemi ABD tarafından hediye gibi geldi. Hatta gelmesi ile sözcüğü biraz geç oluyor. AKP'nin gelmesi için getirilen sistem ile oy kaybı büyük olan AKP elektriklerin kesilmesi ile oylar üzerinde oynama yapılmıştı.Bunun en büyük ispatı ise: Bir partinin 6 ay içinde kurulup seçilmesinin Dünya'nın en saçma durumu olmasıdır! Bu durumun olduğu yıl 2007...

Yine bu yıllarda hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum...

Atatürk'e haraket suçundan içeride olan bir kişi, dışarı çıkar çıkmaz birden bire ABD'ye gidiyor. Ve bu gidiş sonucunda sürekli olarak basında gözükmeye başlıyor...

Sonra ne mi oldu?

Başbakan...

Bitmedi...

Yerel seçimlerde özellikle İstanbul başta olmak üzere seçimler başlamıştı...

Yıllardan 2009'du...

Kılıçdaroğlu diye bir zat çıktı... Belediye başkanlığı için oynamaya başladı... Hatta başlangıçta kazanıyordu da...

Sonra ne mi oldu?...

Kılıçdaroğlu'nun yardımcısı çıktı ve seçimi kazandık diye açıklama yaptı... Ancak bu açıklamadan yarım saat sonra yani seçim kesin sonuçlarının bitmesine 1 saat kala elektrikler kesildi ve birde ne olsun?
AKP birden bire zıplamaya başladı ve biz kazandık diye sevinç çığlıkları atmaya başladı...

Beyoğlunda seçim sandıkları çalındı ve ne tasadüftür ki bu sandıkların hepsi CHP sandığıydı... Ve kamera kayıtları elektriklerin kesilmesi ile silindi... Ancak bu bilgiler haberlerde çıkıp anında yayından kaldırıldı...

İstanbul'un Gazi Mahallesinde bağımsız bir adayın çıkması kesin gözüyle bakılırken birden bire yine elektriklerin gitmesi ile bahsi bile geçmeyen AKP adayı belediye başkanı oldu.

Yerel seçimler geçti...

Yıl 2011 günlerden 12 Haziran, yani daha geçen gün...

52 milyon oy kullanacak kişi vardı. Ancak 69 milyon tane oy pusulası basıldı... Peki geri kalanlar nereye gitti? Bilinmiyor ama bahane hazır: “Yedek olarak basılmış...”Yahu pusulanın yedeği olur mu? Eğer öyle olsaydı oy pusulaları neden iptal ediliyor? Oylar neden geçersiz sayılıyor?

Hadi geçtik bunu...

Oy sonuçlarını neden sadece Cihan Haber ajansı bildiriyor? Hemde Zaman gazetesine çalışan tamamen taraflı bir ajans olduğu halde...

Hemde Anadolu ajansı, Doğan Haber Ajansı yahut İhlas Haber ajansları varken neden sadece bu ajans? Hem önceki seçimlerde böyle bir şey yoktu bu da yeni mi çıktı?!

Hadi bunu da geçelim...

Cihan haber ajansı, 2010 referandum seçimlerinde daha sandıklar kapanmadan yani saat 17 'de kapanan sandıkların sonuçlarını 16'da veren haber ajansı,- Ki YSK'nın kesin sonuçları iki hafta sonra açıkladığı halde- ne kadar güvenilir bir haber ajansı olabilir? (ki bu sonuçlar Cihan Haber Ajansı'nın haber sitesinde yayınlanmıştı)

Hadi bunu da geçelim...

Referandum sonuçlarını bu şekliyle ortaya koyan bir vatandaşımızı neden Ergenekondan içeri attınız?

Geçelim hadi bunları da...

Cihan haber ajansı'nın bu seçimlerde dağıtmış olduğu sistemi gösteren demo resminde yer alan oy oranları ile (Ki bu demo 1 hafta önce görsel basına dağıtılmıştı) neden bu kadar birebir?

Hadi onu da geçtim...

YSK bile 1 günde sadece baraj altında kalan partileri tespit edebiliyorsa, nasıl oluyorda seçim sonuçları sadece iki saat içerisinde açıklanıyor?

Hadi onu da geçtim...

Cihan haber ajansına nasıl bu kadar hızlı sonuçları yayınladığını sorduklarında: “Her iki sandığın başına 1 kişi koyduğunu ve sonuçların YSK'dan değil de kendi adamlarının söylemiş olduğu sonuçlar ile olduğunu” (ki bu seçimlerde 199.207 adet sandık vardı) söyledi.
Tüm bunlar düşünüldüğünde sizce bu seçim ne kadar geçerlidir?

Her iki kişiden biri nasıl oluyorda bu adamlara oy verdi? Diye soruyorsanız bunları bir düşünün...

Ben bu hükümet benim hükümetim değil dediğim zaman yahut bu ülkede ileri demokrasi diyenlere inanmadığımı söylediğimde bu dediklerimi bir dakikalığına durup düşünün ve “yeter bizi kandırdığın!” Deyip “Sokaklara çıkın!”

Ancak tüm bunlara rağmen AKP'nin bu yaptıklarına neden diğer partiler itiraz etmiyor diye kendinize soruyorsanız ben size yardımcı olayim: “Düzen partisi bunlar düzen!...”

Yazımı Banu Avar'ın yazısıyla bitirmek istiyorum...

Sevgili dostlar; Türkiye bir “demokratik seçim”den daha çıktı. Sonuç iki saat sonra açıklandı!
Şimdi birileri Türk milletinin ne kadar ebleh, aymaz olduğundan söz edecek. Birileri, birilerini ihanetle suçlayacak. Bırakalım suçlamaları… Önümüze bakalım… Seçimler SEÇSİS hile sistemiyle yapılmıştır. Hiçbir şekilde demokratik bir ortam söz konusu değildir, partiler ve adaylar madden ve manen eşit şartlarda değillerdir. İktidar partisi açlıkla terbiye edilen büyük bir kesime sızmıştır.. Çekilen bunca cefaya rağmen muhalefet halkın ezici çoğunluğunu samimiyetine ikna edememiştir. Yerel örgütlenmede başarı sağlanamamıştır. Aydınlar susturulmuştur. Halk üzerinde psikolojik savaş en üst düzeyde sürdürülmektedir ve bununla mücadele imkanlarının tümü tıkalıdır..

Umutsuzluğun kucağına düşmek, kolayı seçmektir. İnfiale kapılma zamanı değildir. Sonucu üç aşağı beş yukarı bilmiyor muyduk?

Tarihte benzer birçok dönemden geçtik.. Hepsinden alnımızın akıyla çıktık ki bugün buradayız.. Durumu bir süreç olarak değerlendirmek ve hezeyana kapılmamak esas meseledir. Kendi eleştirimizi yapmak, “delikleri ve kaleleri” bulma zamanıdır.. Yaklaşan tehlikeye karşı yerel düzeyde nasıl elele vereceğiz, bunu tartışma zamanıdır! Bir kez daha hatırlatalım, bunu partiler üstü bir anlayışla gerçekleştirmek zorundayız.

Attilâ abinin dediği gibi: “Haydi, marş marş!”

Banu Avar
İLK KURŞUN

VOLKAN KAHYALAR

20 Mar 2011

Çanakkale çocuğu olun biraz!

,
Uzun zamandır yazmıyor olmam mücadeleden vaz geçtiğim anlamına gelmesin. Yazı yazmıyorum çünkü, ülkemizde ve Dünyada yaşananlar teşekkür şekilde devam ediyor. Ancak bazı farklılıklarda olmuyor değil. Bu farklılıklar Maalesef olumlu yönde değil, olumsuz yönde...

Zamanı geldikçe bunları tek tek açıklayacağım. Yaptığım gözlemleri tek tek sizlerle paylaşacağım. Bu gözlemlerin konusu çeşitlilik gösterse de bunların altında yatan ana sebep: “Değişen Dünya düzeninde değişen Türkiye”dir. Ancak bu değişim başlangıçta da açıkladığım gibi iyi yönde olacağına aksine olumsuz yöndedir.

Bunlardan bir tanesi Çanakkale şehitlerimiz hakkında...

Geçmiş zamanlarda en “kutsal” olan kutlamalar, bu zamanlarda “internet olmasa haberimiz olmayacak” boyutuna varmıştır.

Kazanılan zafer bir “dini olgu” olarak gösterilmeye hatta Kurtuluş savaşı ve Kıbrıs Barış Harekatı için önceleri söylenen “melekler olmasaydı biz o savaşı kazanamazdık” mantığı, zaten az gösterilen “zafer için” bir “darbe” niteliği “daha” katmaktadır.

Bu yaşananlarda en büyük araç her zaman olduğu gibi “basın”dır. Basın'ın o taraftan olması yahut bu taraftan olması Hiçbir önem taşımamaktadır. Hepsi aynı görevi üstlenmektedir.

Ancak bu durumun startı http://blog.milliyet.com.tr/Blogum.aspx?BlogNo=248650 yazımda da belirttiğim olay ile başlamıştır.

Yapılanlar, halk bu duruma müdahale etmediği her an da devam edecektir.

Üzülerek belirtmeliyim ki, “Çanakkale geçilmedi.” demek ile Çanakkale'nin geçilemeyeceği anlamını taşımaz.

Bir çok yazımda da belirttiğim gibi Emperyalizm, artık kendi silahını kullanmayı gerek dahi duymuyor. Sadece, “Parçala – böl – yönet” sistemi ile düşmanın silahını düşmana yönelterek yani düşmanın, “kendi kendiyle savaşmasını” sağlayarak düşmanı alt ediyor.

Hal böyle olunca da Çanakkale'nin geçilmesi ihtimali artıyor. Ancak bu durumdan ders çıkarıp önlem alınacağına; satılık vekiller,satan vatan(daş)hainleri satılık “mem-ur”lar ile Çanakkale'yi çok basit geçiyorlar.

Çanakkale unutulmamalı, çanakkale birliğin beraberliğin ve bu beraberlik ile birlikte gücün simgesidir. Yani düşmanın korkulu rüyasıdır.

Her ne yapılırsa yapılsın Çanakkaleden ders çıkarılmalıdır!

Emperyalistlere karşı hiç bir oyuna gelinmemelidir. Kardeşlik unutulmamalıdır. Emperyalizmin işine gelen Faşistlik boyutunda ki milleyetçilik “Çanakkale” akıla getirilip unutulmalıdır!

Eğer Çanakkale'yi hak etmek istiyorsak onların bize verdiği emanete iyi sahip çıkmalıyız.

Bu sahiplikten kastım http://blog.milliyet.com.tr/Blogum.aspx?BlogNo=224548 yazımdanda belirttiğim gibi, sadece şehitleri anmak değil. Şehitlerin uğruna canını verdiği topraklara da iyi bakarak, bir karış dahi satılmasına engel olarak olur!

Yani,
Eğer Çanakkale'nin “torunlarıysak” bunu hak etmeliyiz. Unutmayın, Çanakkale Çocuğuyum ben demekle bu iş olmaz! Çanakkaleli olmak için kardeş gibi yaşamak gerekir. Evinden çıkmadan dizi izleyerek “ben Çanakkale çocuğum” demekle olmaz!

Son söz: “Basına inanmayın onlar kitleleri istedikleri gibi “güderler!”

Bu ülkeyi iyi yönde göremiyorsanız, ve gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsanız: “Çanakkale çocuğu olun yeter!” Ancak, bu ülkeyi iyi yönde görüyorsanız o halde, sadece “Anadoluyu gezin yeter!”

VOLKAN KAHYALAR

Uşaklar sizi!

,
Libya'ya operasyon yapılmadan önce İtalya, operasyona karşıydı.

E normaldir. İtalya başbakanı Kaddafi'nin kızı Ayşe'ye aşık olunca Ayşe'nin gözüne girmek için operasyona karşıydı!

Hatta bu mantıktan yola devam edersek eğer, Kaddafi bu birlikteliğe karşıydı. Çünkü, Kaddafi bir Avrupalıya güvenmiyordu!

Madem bana karşı çıkıyorsun diyen Berlusconi hemen savaş için hazırlıklara başlar...

Bu bir Türk filmi değil! Yahut Hollywood sineması hiç değil!

Bunlar senaryo filan olmamalı ki, bazı gazeteler ve haberciyim diye geçinenler yaklaşık 2 hafta önce Avrupa'nın Libya'ya savaş açacağı gün gibi ortadayken...

Yani; binlerce sivilin öleceği bile ortaydayken, tüm bunları bırakıp, İtalya başbakanı Berlusconi'nin Kaddafi'nin kızı Ayşe'ye aşık olduğunu ve bu durumu diğer eski sevgilelerinin ne diyeceğini haber yapıyorsa,

Bunlar yetmiyormuş gibi Emperyalistlerin bombaları atarken kaç tane attığını bile sayıyorsa, Ölüleri tek tek sayıyorsa ve bunu büyük bir şevk ile yazıyorsa...

Ben bu vicdandan nasibini almayan basına “Emparyalizme hizmet ediyorlar” dediğim zaman kimse bana abartıyorsun demesin!

Dua edin başka bir şey demiyorum!

...

Bu haberlerden “haberi” olmayanlar için...

http://www.hurriyet.com.tr/dunya/17285097.asp

http://www.habername.com/haber/kaddafi-kizi-silvio-berlusconi-ask-iddia-52624.htm

http://www.gggmedya.com/h7348-berlusconi-kaddafinin-kiziyla-mi-beraber.html

http://www.sicakgundem.com/haber_detayi.asp?id=15680

http://www.ntvmsnbc.com/id/25173947/

http://www.farklihaber8.com/haber/dunya/bu-kez-kaddafinin-kizi-ile-gundemde/1923.aspx

6 Mar 2011

Yeni Dünya düzeninde sağlık...

,
Yeni Dünya düzenini önceki yazılarımda bahsetmiştim. Ki bunların doğruluğunu günler geçtikçe hep beraber daha iyi bir biçimde görüyoruz.

Bu yeni Dünya düzeni çerçevesinde emperyalizm, daha çok toprak için gerekli olan daha çok silahın elde edilmesi için gerekli olan maddi kaynağın büyük oranını sağlık sektöründen kazanır.

Bu çerçevede sağlık sektörü, insanı sömürü olarak kullanır. Yani hastanın hastalığını ortadan kaldırmak için değil aksine hastalığını daha da çok arttırmak için elinden geleni yapar.

Yine bu çerçevede uçaklar ile virüsler, böcekler dağıtıp yeni salgınların olmasını sağlar. Sonra Dünya sağlık örgütünün dahi onaylamadığı ilaçları, insanların bu salgınlara karşı kullanmayı tavsiye eder. Daha doğrusu insanlara bundan başka çare bırakmazlar...

W.Bush'dan sonra her sene çıkan salgınlar bunun göstergesidir. Hatta bu duruma isyan eden ve bu durumu fark eden bazı sivil toplum kuruluşları da bu sene sıra hangisinde? Demişlerdir.

Bunun yanında emperyalizm sadece kendi istediği firmalara para kazandırmaktadır. Ki bunu ülkemizde hangi iktidar olursa olsun sadece kendi sermayesinden kişilerin hastane açmasına izin vermesinden görebilmekteyiz.

Ayrıca iktidarı, emperyalist okyanus ötesi ülkenin seçtiğini düşününce bu durum daha da bir aşikar olmaktadır.

Bunun haricinde emperyalizm, sattığı ilaçlar ile örneğin kolumuz için aldığımız bir ilaç var ise yan etkisiyle başımızı, başımız için aldığımız bir ilaç var ise ayağımızı ağrıtıp yoluna devam eden ilaçların çıkmasına izin verir sadece...

Bu durumda açıkça insanların sömürü sistemi için bünyelerinin bir köle gibi kullanılması anlamına gelmektedir.

Emparyalizm, bunları yapmakla da yetinmez aynı zamanda yüksek meblalar vererek gerçekten sağlık konusunda “yan etkisiz” bir şeyler vermek isteyenleri de kapattırır. Ki bunun örneğini ingilterede kansere çare bulan genç bir bilim adamının fabrikasını satın almasıyla kapattıran CIA göstermiştir.

Tüm bunların yanında Hastanelerde doktorların ilaç mümessilleriyle yaptığı pazarlıklar ve eczanelerin ilaç ne olursa olsun yine kendi anlaşma yaptığı firmaların ilaçlarını vermesi tüm anlattılarımın küçük boyutudur.

Hatta yakın zamanda yapılan eczanelerin toplu greve gitmesi bile kazanılan hakların daha çok olması için yapılan bir eylemdi...

Buna karşılık hükümetin vermiş olduğu tepki ise kendi ilaç sermayesi için bir hareket olmuştu.

Tüm bunlar sağlığa bile siyasetin bulaştığının bir göstergesedir.

VOLKAN KAHYALAR

2 Mar 2011

Mersin-Gülnar ilçesi'ne yardım kampanyası

,
Merhaba arkadaşlar,

Unutmayalım ki ülkemizde sadece Anadolu'nun Doğusun da yardıma ihtiyacı olan yerler malesef ki yok... Bunun haricinde batı bölgesinde de bu durumlar söz konusu. Bunun sebebi ise, aynı doğu bölgesinde olduğu gibi zor şekilde geçit veren dağlık bölgelerin çok fazla sayıda olması...Burada yaşayanları da lütfen unutmayalım...

İşte bunlardan bir tanesi de Mehmet ağabeyim...

Mehmet ağabeyimin gruba yazmış olduğu mesajı, sizlerle paylaşıyorum.

merhabalar mersinin gülnar ilçesinde görev yapmaktayım.Bu ilçede okuma oranı oldukca yuksek %97 ama burada okuyan cocuklar genelde tasımalı ogrencıler yanı cogu köyden gelıyor.ders durumlarıda cok guzel gercektende okumak ıcın buyuk bır caba sarfedıyorlar..sizlerden ıstegımız buradakı cocukların maddı durumları ıyı olmadıgı ıcın her turlu gıysıye ve okuma kıtaplarına ıhtıyacımız var.yardım edersenız burdakı tum cocuklarımız adına cok sevınırız..SAYGILARIMLA

Yardımlarınız için: MERSİN MEMET AYDIN

telefon: 0507 313 66 67

Unutmayın onların bir sıcacık gülüşü "Dünyalara bedel"...

13 Şub 2011

Sistem...

,
Sistem iş odaklıdır. İlkokul, lise ve dengi okullar iyi bir işe imkan sağlamak için insanları eğitir, eğitmez Ya da eğittiğini sanır. Dershaneler eğitimeyen yahut eğittiğini zanneden okulların çocuklara iş imkanı veremediğini düşünüp mantar gibi çoğalırlar. Çocuk, üniversiteyi kazanır. Artık işini yarı yarıya garintilemiştir. En azından teoride...

Çünkü sistem emme basma tulumbanın verdiği tazik gibi insanların beynine aynı tazikle “iyi bir iş iyi bir üniversiteden geçer” diye sokmaya çabalar. Nitekim başarırda...

Yani, üniversitede artık bilim akıl değil iş odaklı çalışmaya dahil olmuştur...

Bilim, iş değil midir? Hayır değil iş odaklı çalışmaya dahil olmuştur...

Bilim, iş değil midir? Hayır değildir!

Çünkü bilim sömürü değildir. Ama iş şu anki sisteme göre sömürür...

Sömürü olan bir yerde bilimden bahsetmeyi bırakın ismi bile kullanılmaz... Sadece kullanıldığı zannedilir...

Çocuk, üniversiteyi bitirmiştir artık... İş hazır değildir ama... İşi aramak için olağan üstü çaba sarfeder...

En iyi ihtimalle işi bulduğunu var sayarsak eğer; artık patronun kölesisindir. 15, 20 kişilik bir iş yerinde çalışıyorsan eğer haktan bahsetmek söz konusu dahi değildir...

Sayıyı arttırıp 50,100 kişiye çıkartırsan eğer yine aynı durum söz konusudur. Çünkü bu durumun sayı ile Hiçbir alakası yoktur.

Yani her patron, sisteme hizmet ettiği için kötüdür. Sistem onu kötü yapar onlar istesede istemesede...

Ama her türlü olan yine işçi'ye olur. İşçi ezilir. Hak arıyamaz... Sürekli sömürülür...

Çünkü sistem sömürü üzerine kuruludur...

Ve işçi işten atılır...

Yine iş aramaya başlar çocuk...

Gazete alır ilanları karıştırır... Herkes ama herkes tecrübeli eleman aramaktadır... İşin ilginç yanı yeni mezun olan kişiler hiç çalışmadan nasıl tücrübe kazanacak? Kime bunu bilmemektedir.

İş bulunur ve başlanır... Oran her ne kadar düşük olsada en iyi ihtimal ile, o işten çocuk emekli olur...

Ama artık iş bitmiştir... Bir göz toprağa bakar yani...

Tabi iş yerinde çalışırken ölmeyeceğini kimse garanti edemez... Malum emeklilik yaşı...

Ancak bu emeklilik süreci çabuk gelmez... Bunun için en az beş gün boyunca sabah akşam aklın iştedir... Hafta sonu 2 gün boyunca ne kendine nede başkasına yorgunluktan vakit ayırmadan geçer... Ve yine Pazartesi günü olur... Yine iş...
Bu sırada aşka da vakit yoktur...

Çünkü manevi Dünya sıfırdır sistemde...

Birileri çıkar bu sisteme “dur” der yahut demeye çalışır en azından... Ama bakarlar ki baş edemiyecekler bırakırlar sonra... Onlarda sisteme katkıda bulunmaya başlarlar...

Ya patron olurlar...

Ya işçi...

Sistem işlemeye devam eder...

Tüm bunlar olur çünkü sisteme para gereklidir... Daha çok para daha çok güç dmektir...

İşçi yine ezilir...

Patron yine taşerondur.

...

VOLKAN KAHYALAR

5 Şub 2011

Dünyada neler oluyor?

,
Emperyalizmin kaynağı paradır. Para olmaz ise emperyalizm olmaz. Olamaz...
Çünkü, onu var eden sadece paradır. Onu bu derece acımasız yapan da odur... Daha çok büyümesi için emparyalizmin daha fazla paraya ihtiyacı vardır. Çünkü daha fazla para daha fazla güçtür.

Bu sebepten dolayı gücüne güç katacak liderleri halkın önüne koyar. Halk'ın başka çaresi olmadığı için, daha doğrusu öyle olmasını zannettirmek için emperyalizm çalıştığı için halk taleplerini dile getiremez. Sadece liderlerin bu talepleri anldığını zanneder...

Ancak liderler kendi lüksleriyle uğraşırlar... Malum eğer halkın sorunlarına inerlerse sorun çözülmek zorunda kalır... Ancak bu takdirde emperyalizmin tüm oyunları sona ermiş olur...

Anlayacağınız emperyalizm, birkaç ailenin cebine para girmesi için milyonlarca insanın yaşamının sona ermesidir...

İşte emperyalizm budur!

Emperyalizm, bu çerçeveler doğrultusunda İran'da yapmış olduğu gibi o anki çıkarlarına uygun olan değişiklikleri yapmak amaçlı liderleri değiştirir. Bu değiştirmelerde çeşitli yöntemleri uygular. Ki bu durum teferruattır.

Bu duruma örnek ülke onlarcadır. Bu onlarca ülke içerisine Türkiye'de girmektedir. Ki zamanı dolan AKP'nin temizlenmesi açısından yani ülkenin liderlerinin temizlenmesi açısından muhalefetin temizlenmesi böylece iktidarın oylarının bölünmesi durumu, kaset olayının baş göstermesi ile meydana gelmiştir.

(Önceki yazımda bu konuya değinmiştim. İsteyenler okuyabilirler:http://blog.milliyet.com.tr/Olmasi_kuvveti_muhtemel_bir_teori___/Blog/?BlogNo=243316 )

Ancak İran, almış olduğu değişiklik ile gücünü ABD tarafına değil ABD karşıtı olarak kullanınca işler karışmış. Yani, “Emperyalizmin hesabı, İran'a uymamıştır.”

Konunun başlangıcında da bahsettiğim üzere, Emperyalizmin çıkarlarına sermaye açısından ters düşen bir durumdur bu durum. Bunun temel sebebi ise, İran'da kurulan İslam Cumhuriyeti'nin ABD Avrupa ve İsrail gibi devletleri siyonist devlet olarak ilan etmesidir.

Çünkü bu durumda emperyalizm için gerekli olan para kaynağı İran'a girememiş. Ve Ortadoğunun kontrolünü tehlikeye sokmuştur.

ABD bu durumdan büyük dersler almıştır. İşlerini daha sağlam kazığa bağlamanın yöntemlerine düşmüştür. Tüm bu olaylar olur iken Emperyalizm kontrol altına almak istediği ülkeler açısından maddi kaynaklara hiç olmadığı kadar ihtiyaç duymuştur. Bu çerçevede ortaçağda olduğu gibi şimdi de değerli taşlar için Avrupa kontrolünde olan Afrika'yı kendi kontrolüne çekmek ve İran'da olan didatörlük gücünü ABD'den alıp ABD'ye kafa tutma durumunu ortadan kaldırmak amaçlı sözde bir halk hareketi gerçekleştirmiştir.

Sözde diyorum. Çünkü hem 30 yıldan beri uyuyan bir milletin birden uyanması beklenmez hemde bu uyanmanın gerçekleşmesinin hemen aynı merkezden olması beklenmez. (Ki bildiğiniz üzere cuma namazı çıkışı herkes aynı anda sokaklara dökülmüştü. Ki Mısır gibi bir ülkede sadece bir tane cami olduğunu düşünmek merkezi hareketlenme açısından ilginçtir.)

Dünya basınına baktığımızda şu haberleri görürüz:

İngiliz Daily Telegraph gazetesine göre, Mısır’da yönetimi sallayan isyan, üç yıl önce ABD’de hazırlandı. 2008 yılında ABD’nin Kahire’deki elçiliğinin yardımıyla, Mısır’ın önde gelen bir rejim muhalifi Newyork’a gelerek, ABD sponsorluğunda eylemciler için düzenlenen bir zirveye katıldı. Aynı yıl Aralık ayında Kahire’ye dönen rejim karşıtı eylemci lider, Amerikalı diplomatlara, birleşen muhalif grupların Mübarek’i devirme plânı hazırladığını bildirdi.

Wikileaks’in son belgeleri ise Mısır’daki sokak hareketlerinin ABD tarafından finanse edildiğini gösteriyor. ABD Büyükelçiliği’nden Washington’a gönderilen belgeler, ABD Uluslararası Gelişim Ajansı’nın (USAID) 2008’de 66.5 milyon, 2009’da ise 75 milyon dolarlık yardımlarla Mısır’daki siyasi gruplara destek verdiğine işaret ediyor.
n Norveç’in Aftenposten gazetesinin yayımladığı ikinci belge, ABD’nin Mısır’daki muhalif hareketin güçlenmesi için harcadığı paranın hem Mısır hükümeti tarafından yürütülen programlara, hem de Mısırlı ve ABD’li sivil toplum örgütlerine verildiğini ortaya koydu. ( Kaynak :http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php?haber=16764 )

Tüm bunların yanında Obama'nın zenci, müslüman soyundan ve Afrika kökenli olduğunu, buda yetmezmiş gibi önceki seçimlerde baraj altına kalan Obama'nın kimse ondan bahsetmezken , şimdiki ABD seçimleri olmada önce Obama'nın sanki daha ABD başkanı olmuş gibi hayatını anlatan kitaplarının basılmasını da ekleyince...

Durun daha bitmedi...

Mısırlı askerlerin büyük kısmının ABD'de yetiştiği Ya da ABD askerleri tarafından yetiştiğini de düşününce Mısırda neden Askerlerin halka dokunmadığını anlayabiliriz...

Tayip Erdoğan'ın da Obama gibi halkın sesine kulak verin demesi muhalif seslerden “O hareketlenme halk hareketi de kendi halkının yaptığı halk hareketi değil mi?” denilerek yorumlansa da aslında aynı kelimeleri söyleyen başbakanın arabuluculuk yapacağının sinyallerini vermiştir.

Peki bu arabuluculuk ne kazandıracaktır?

“Türkiye, ABD'nin Ortadoğu karakoludur.” Diye açıkça konuşan hükümet kontrollü bir biçimde halkı galyana getirdiği gibi ortadan kaldıracaktır. Sonuçta halkın röportajlarına da baktığımızda herkes Mübarek'in gitmesini istemekte ancak kimin geleceğini konuşmamaktadır. Belki de konuşmakta ancak bu televizyonlara yansımamaktadır. Ancak her iki durumda da basının belli güçler tarafından yönetildiğini düşünüldüğünde başa gelecek kişinin yine ABD'nin getireceği bir kişinin olacağı aşikardır.

Böylece konunun başında ki emperyalizmin para kaynağı yoluna tüm hızıyla devam edecektir.

Ancak, burada akla neden bu damlar gitmeli? Zaten bunları ABD getirmedi mi sorusu gelecektir.

Bu sorunun cevabı ise, İran durumunda sakılıdır. İran gibi Mısır da ABD'den aldığı gücü kendi iç dinamiğine çevirme durumu olduğu için bu emperyalizimin çıkarlarına ters düşmektedir. Bu sebepten Emperyalizme göre liderler değişecektir. Değişmelidir.

Hatta bu sebepten dolayı da önceden bahsetmiş olduğum AKP'nin gitme süreci sebebi ne şekilde olursa olsun hızlanacaktır (Tekrar hatırlatmak için http://blog.milliyet.com.tr/Olmasi_kuvveti_muhtemel_bir_teori___/Blog/?BlogNo=243316 )

Uzun lafın kısası: “Afrika'da sermaye el değiştiriyor, halk ise yine bildiğiniz gibi; ezilmeye devam ediyor...”

VOLKAN KAHYALAR

Eh be kardeşim!

,
Dünyanın nasıl bir düzen içerisinde olduğunu söylememe gerek gerek yoktur sanırım. Bu düzen içerisinde düşünemezsin...

Putlarını kıramazsın yani...

Sağlığın yoktur...

Başın için alırsın kıçın ağırır... Kıçın için alırsın kolun ağırır...

Ve sistem bu yüzden senden sürekli para kazanır...

Zaten sistem olmazsa parada olmaz. Para olmazsa sistemde...

Hal böyle iken birde eğitime el atar sistem...

Kendinden olanı över, olmayanı döver...

Anlayacağınız bizde o sistemin içinde olduğumuza göre oluruz eğitimsiz...

Onun yüzünden olur parasızlık...

Onun yüzünden olur açlık...

Birde doğa olayları vardır...

Normalde olması gerekenden yüzlerce kat daha fazla zararlar verir doğa bu sistem içerisinde...

Anlayacağınız her sene bir kıbrıs kadar yer onun yüzünden gider...

İşçi onun yüzünden ezilir...

Haklar onun yüzünden işçi yerine işverene verilir...

Hukuk, onun yüzünden yok olur...

Velhasıl... Konuyu toplayacak olursak...

Eğitimsizlik o...

Parasızlık o...

Hukuksuzluk o...

Emekçinin ezilmesi o...

Sağlıksız yaşam o...

Herşey o...

Eh be kardeşim!

O halde sistem, “O...”

Anladınız siz...

VOLKAN KAHYALAR

30 Oca 2011

Sizce her şey yolunda (mı?)

,
Bu ülkede adalet var (mi?)

Bu ülkede birileri açken başka birileri tok gezmiyor (mu?)

Bu ülkede kardeşlik var (mi?)

Bu ülkede herkes gülüyor (mu?)

Bu ülkede gerçek anlamda bir eğitim var (mi?)

Bu ülkede öğretmensiz okul yok (mu?)

Bu ülkede kütüphanesiz okul yok (mu?)

BU SORULARIN CEVABI HEP OLUMSUZ (MU?)

O halde gelin birlik olalım bu olumsuzsuzlukları olumlu kılalım...

Bunun için tek yapmanız gereken şey kullanmadığınız kitap, giysi, ayakkabı ve kırtasiye eşyalarını bize göndermeniz. İşte, bundan sonra biz sizler sayesinde; olumsuzlukları olumlu kılıyoruz.

Yardım gönderilen şehirler:

Ağrı, Van, Yüksekova, Diyarbakır, Manisa, Mersin, Adana, Ordu, Antep, Malatya ...

(Prosedür gereği okul ve kişi isimleri açıklanmamaktadır. Ancak telefonda gerekli tüm bilgiler verilecektir.)

Not: Yardım öncesinde dileyen kişilere, okul öğr€etmeni görüştürelebilir. Yardım sonrasında ise, fotoğraf Ya da video ile yaptığı yardımlar gösterilebilir.

DETAYLI BİLGİ İÇİN:

Telefon: 0546 461 79 30

Volkan KAHYALAR

ÖKDER Kurucu Üyesi

http://www.okder.org.tr/

16 Oca 2011

Yorum-sizsiniz!

,
Ben evimde üşümüyorum çünkü doğalgaz var...

Ben dışarıda da üşümüyorum çünkü, eldivenim, şapkam, botum, montum, kazağım var...

Ben rahat rahat kitabımı okuyabiliyorum...

Rahat rahat düşüncemi ifade edebiliyorum...

Rahat rahat yapabiliyorum her şeyi ama her şeyi...

Rahat rahat annemin yanına gidebiliyorum...

Babamın yanına gidebiliyorum...

Kız Ya da erkek kardeşim yanına rahat gidebiliyorum...

Nişanlımı Ya da sevgilimi rahat rahat görebiliyorum...

Bu anlattıklarım bu ülkenin her hangi bir yerinde “fakir” olarak yaşayan her hangi birisi için çok “zor...” hem de çok...

O halde neden onlara bir el uzatmayı düşünmüyorsunuz?

Hiçbir şey göndermediğinize göre düşünmüyorsunuz...

Madem düşünmüyorsunuz o halde nasıl oluyorda sorduklarında “bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özellik aklımız” diyebiliyorsunuz?

E o halde Yorum-sizsiniz?!


ÖKDER KURUCU ÜYESİ

VOLKAN KAHYALAR

9 Oca 2011

AMERİKAN AJANLARINA “İTHAFEN”...

,
AMERİKAN AJANLARINA “İTHAFEN”...

Atatürk neden önemlidir? Çünkü, kurtuluş savaşının lideridir o...
Ama sadece bu durum onun öneminin boyutunu göstermeye yetmez. Atatürk,aynı zamanda Türk halkı'nın her istediğini “sesli” olarak dile getirmiştir.

Ki... Onu asıl değerli kılan durum budur! Yani yaptığı her hareket; halkın bir şeylerin değişmesini istemesinden kaynaklanmaktadır.

Kurtuluş savaşında baş komutan olma isteğini bile meclisden isteyerek yapmıştır.

Yani, keyfi hiç hareket etmemiştir...

Yaniler sıralamak ile bitmez...

Çünkü, bu “yani”ler önemlidir...

Özellikle Atatürk'ümüzü mandacı, Amerikancı yapmaya çalışanlara karşı çok ama çok önemlidir.

Ki, yazımın esas konusunu bu durum oluşturuyor...

Amerikan ajanları Atatürk'ümüz üzerinde prim yapmaya çalışmaktadırlar!

Yalan, yanlış ve iftiralarla Atatürk'ümüzü yıpratmaya çalışmaktadırlar.

Ancak, Atatürk'ümüzün ileri görüşlülüğü bu iftiralarında aslında bir fiyasko olmasını sağlamıştır.

Bunu Nutuk'dan aldığım aşağıda ki yazılardan, daha doğrusu tarihi belgelerden anlamaktayız:

Ya istiklâl ya ölüm
Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu:
Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklâlden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.
Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başlarına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.
Halbuki, Türk'ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!...
O halde, ya istiklâl ya ölüm!
İşte, gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!
Peki efendim. Öteki kararlara boyun eğme durumunda sonuç bunun aynı değil miydi?
Şu farkla ki, istiklâli için ölümü göze alan bir millet, insanlık haysiyet ve şerefinin gereği olan bütün fedakârlığı yapmakla teselli bulur ve hiç şüphesiz, esirlik zincirini kendi eliyle boynuna geçiren miskin, haysiyetsiz bir millete bakarak dost ve düşman gözündeki yeri bambaşka olur.
Sonra, Osmanlı hânedan ve saltanatının devam ettirilmesine çalışmak, elbette Türk milletine karşı en büyük kötülüğü işlemekti. Çünkü, millet her türlü fedakârlığı göze alarak istiklâlini kazanmış olsa da, saltanat sürüp gittiği takdirde, bu istiklâle kazanılmış gözüyle bakılamazdı. Artık, vatan ve milletle hiçbir vicdan ve fikir bağlantısı kalmamış bir sürü delinin, devlet ve milletin istiklâl ve haysiyetinin koruyucusu mevkiinde bulundurulmasına nasıl göz yumulabilirdi?
Halifeliğin durumuna gelince, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı?
Görülüyor ki, verdiğimiz kararın uygulanmasını sağlayabilmek için daha milletin alışkın olmadığı bazı konulara dokunmak gerekiyordu. Ortaya atılmasında, kamuoyu bakımından büyük sakıncalar doğuracağı sanılan hususların dile getirilmesinde kaçınılmaz bir zaruret vardı.
Osmanlı Hükûmeti'ne, Osmanlı padişahına ve Müslümanların halifesine baş kaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu.
Amerikan mandası için propagandalar
Bundan sonra, 8 Eylül toplantısında sözünü ettiğim muhtıra ele alındı. Bu muhtırada başlıca Amerikan mandası üzerinde duruluyordu.
O günlerde, İstanbul'dan gelen bazı kimseler Amerikalı Mister Brown (Bravn) adında bir gazeteciyi de Sivas'a getirmişlerdi.
Bu konu üzerinde kongrede geçen görüşmelere yer vermeden önce, yüksek hey'etinizi yeterince aydınlatabilmek için, bazı, ön bilgiler arz edeyim. Bu bilgiler, Erzurum'dan beri başlayan bazı haberleşmelerden daha iyi anlaşılacağı için, onları olduğu gibi sunacağım:
Güvenlikle ilgili ve çok ivedi Amasya, 25/26.7.1919
Erzurum'da 3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
1 — Mustafa Kemal Paşa'ya özel: Bu gün 25 Temmuz 1919 akşamı Bekir Sami Beyefendi Amasya'ya geldiler. Kendileri ile uzunca bir süre görüşmek şerefine eriştim. Mustafa Kemal Paşa'ya ve Rauf Beyefendi'ye saygılarını sunarlar. Kendisi aşağıdaki düşüncelerini arz etmekliğimi rica etmiştir.
2 — Bağımsızlık, elbette istenir ve tercih edilir. Ancak, tam bağımsızlık istediğimiz takdirde, vatanın birçok parçalara ayrılacağı kesin ve şüphesizdir. Şu halde, iki üç ili içine almaktan ibaret olacak bağımsızlığa, vatanımızın bütünlüğünü garanti altına alacak yabancı bir devletin himayesi (mandaterlik) elbette tercih edilir. Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil hakkımız eskiden olduğu gibi devam etmek şartıyla, belirli süre için Amerika mandasını istemeyi milletimiz için en yararlı bir çözüm şekli olarak kabul ediyorum. Bu konuda Amerika temsilcisiyle görüştüm. Birkaç kişinin değil, bütün bir milletin sesini Amerika'ya duyurmak gerektiğini söyledi ve aşağıdaki şartlar çerçevesinde Wi1son'a, Senato'ya ve Amerikan Kongresi'ne başvurulmasını teklif etti :
a) Âdil bir hükûmetin kurulması,
b) Öğretim ve eğitimin yayılması ve genelleştirilmesi,
c) Din ve mezhep hürriyetinin sağlanması,
d) Gizli anlaşmaların kaldırılması,
e) Bütün Osmanlı ülkesini sınırları içine alacak şekilde, Amerikan Hükûmeti'nin bizi kumandası altına almayı kabul etmesi.
3 — Bundan başka kongremizin seçeceği bir hey'eti, Amerika'ya bir zırhlı ile göndermeyi de temsilci üzerine almıştır.
4 — Bekir Sami Bey, daha bir iki gün buralarda kalacağından, her türlü emir ve talimatın benim aracılığımla gönderilmesini, özellikle Sivas Kongresi'nin ne zaman toplanacağının ve kendilerinin o güne kadar nerede beklemesinin uygun olacağının bildirilmesini istirham eylemekte olduğu.
 5'inci Kafkas Tümeni
 Komutan Vekili
 Arif
Şifre
İvedi ve kişiye özel Erzurum
196
Amasya'da 5'inci Tümen Komutanlığı'na
1 — Şimdi Amasya'da bulunan eski Vali Bekir Sami Beyefendi'ye özel: Zâtıâlîlerinin telgrafından çok yararlandık. Toplanmış bulunan Vilâyât-ı Şarkiye Kongresi (46) hemen her tarafta kendi memleketleri halkınca etkili, hatırı sayılır ve söz sahibi olarak tanınmış kimselerden kurulmuş yetkili bir hey'et durumundadır. Bu kongrede, şimdiye kadar yapılan görüşmelerde, devlet ve milletin istiklâlinin bölünmezliği ısrarla savunulmaktadır. Bu bakımdan, bizce de daha şartları ve niteliği belirsiz olan bir Amerika mandaterliğinden kongrede doğrudan doğruya söz edilmesi pek sakıncalı olacağından, zâtıâlîlerinin İstanbul'da temasta bulunduğu kimselerle yaptığı görüşmelere dayanarak aşağıdaki noktaların açıklanmasını ve bizleri hemen aydınlatmanızı özellikle rica ederiz. Bundan önce de doğrudan doğruya İstanbul'dan gelen bu konudaki bilgiler şüpheli görüldüğünden, aynı esaslar çerçevesinde açıklama istendiği gibi, 21 Temmuz 1919 tarihinde Sivas'ta Refet Bey vasıtasıyla İstanbul'dan alınan bilgilerde de yine şüpheli noktalar bulunduğundan, oradan da şartlar hakkında kestirmeden açıklama istenmiştir.
a) Tam bağımsızlık istendiği takdirde, vatanın birçok parçalara ayrılacağı kesin ve şüphesizdir, buyuruluyor. Bu görüşün kaynağı nedir?
b) Vatanın bütünlüğünden maksat, memleketin bütünlüğü mü, yoksa hâkimiyet hakları mıdır?
c) Osmanlı ülkesinin tamamını içine alan meşruluğumuz ve dışarıdaki temsil edilme hakkımız eskiden olduğu gibi devam etmek şartiyle mandaterlik istemeyi en yararlı bir çözüm olarak kabul buyuruyorsunuz. Ancak, temsilcinin ileri sürdüğünü bildirdiğiniz maddeler ile bu şekil biribiri ile çelişmiş görünüyor. Çünkü, meşruluğumuz eskiden olduğu gibi devam ettiği takdirde, hükûmet, yasama gücünün güvenine sahip ve denetimine tâbî bir hey'etten ibaret olur ki, artık bu hey'etin kuruluşunda Amerika'nın müdahalesi ve etkisi olamaz. Bu durumda ya meşruluk devam edecektir ve Amerika'dan âdil bir hükûmetin kurulmasını istemeye gerek yoktur. Yahut da, istendiğine göre, meşruluğun devamı sözden ibaret kalır.
d) Öğretim ve eğitimin yayılmasından ve genelleştirilmesinden maksat nedir? İlk anda hatırımıza gelen, memleketin her tarafında Amerikan okullarının açılmasıdır. Çünkü daha şimdiden yalnız Sivas'ta yirmi beş kadar okul açmışlardır ki, yalnız bir tanesinde bin beş yüz kadar Ermeni öğrenci vardır. Bu durum karşısında Osmanlı ve İslâm öğretim ve eğitiminin yayılması ve genelleştirilmesi ile bu teşebbüs nasıl bağdaştırılacaktır.
e) Din ve mezhep hürriyetinin sağlanması maddesi de önemlidir. Patrikhanelerin imtiyazları devam ederken bunun farklı yanı ve anlamı nedir?
f) Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları ne demektir? Yani savaştan önceki sınırlarımız mıdır? Eğer bu deyim içinde Suriye ve Irak da varsa, Anadolu halkının Arabistan adına mandaterlik isteğine hak ve yetkisi olabilir mi?
g) Bugünkü hükûmetin politikası nedir? Tevfik Paşa neden Londra'ya gitti? Amerikalılar gibi İngilizlerin de ayrıca bir mandaterlik politikası güttükleri anlaşılıyor. Aralarındaki fark nedir? Hükûmet Amerikan mandası için ne düşünüyor? Yani buna eğilimli mi, yoksa isteksiz mi? Amerikalılar neden Ermenistan mandaterliğini bıraktılar? Amerikalılar mandayı almaya ne dereceye kadar yatkın ve isteklidirler
2 — Sivas Kongresi'nin toplanması, Erzurum Kongresi'nin sonucuna bağlıdır. Bununla ayrıca uğraşılmaktadır. Yüksek şahsiyetlerinin bunu beklemek üzere ya Tokat'ta yahut Amasya'da bulunmaları uygundur. Saygılarımızı sunarız.
 Mustafa Kemal
Güvenlikle ilgili
İvedi Amasya, 30.7.1919
93
3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
1 — Mustafa Kemal Paşa'ya özel; Bekir Sami Bey'den alınan cevap aşağıda arz olunur:
a) Tam bağımsızlık istendiği takdirde, vatanın birçok bölgeye ayrılacağı ve birkaç mandaya tâbi tutulacağımız Dörtler Komisyonu'nca kararlaştırılmıştır. Bu bakımdan ve buna engel olmak için, Amerikan temsilcisi, bir manda istemenin en uygun olacağını söylemiştir.
b) Yalnız hâkimiyet hakları söz konusudur; yurt bütünlüğümüzün korunması temel ilkedir.
c) Amerika'dan herhangi şekilde bir hükûmet istemeyeceğiz. Amerika'ya âdil bir hükûmet kuracağımız konusunda güvence vereceğiz. Anayasamızın hükümleri yürürlükte kalmak, Hânedan'ın her türlü hüküm sürme haklarına dokunulmamak ve korunmak eskiden olduğu gibi dışarıda temsilcilerimiz bulunmak şartıyla, Amerikan Hükûmeti'nin mutluluğumuza ve gelişmemize yardımcı olmasını isteyeceğiz. İsteyeceğimiz manda şekli budur.
d) Öğretim ve eğitimin yayılmasından ve genelleştirilmesinden maksat Amerikan okullarının köylerimize kadar girmesine izin vermek değil, millî ve islâmî öğretim ve eğitimi yaymaya ve genelleştirmeye çalışacağımız konusunda kendilerine söz vermekle birlikte yardımlarını istemektir. Mandaterliği Amerikan misyonerlerine değil Amerikan Hükûmeti'ne vermek istiyoruz.
e) Din ve mezhep hürriyeti esasen dinî ve İslâmî ilkelerimizin gereğidir; Amerikan kamuoyu bu gerçeği bilmediği için, kendilerine bu konuda güvence vermek istiyoruz. Temsilcinin sözünü ettiği sınırlar savaştan önceki sınırlarımızdır. Suriye ve diğer memleketler üzerinde bizim mandaterlik isteğine yetkimiz olup olmaması kongrece çözülecek bir sorundur. Esasen Suriye ve Irak'ta Amerikan hey'etleri halk oyuna başvurdular. Suriye ve Filistin'de bağımsız bir Arap hükûmeti kurulmasını istemekle birlikte, Amerikan mandasını ötekilerden daha üstün tuttuklarını gösterdiler.
f) Bugünkü hükûmet daha yeni kurulduğundan politikası belli değildir. Ancak, daha önceki hükûmetlerin siyasetleri güçsüzlük ve İtilâf kuvvetlerinin her emrine boyun eğmekti. Tevfik Paşa, Londra'ya gitmeyerek Ferit Paşa ile geri dönmüştür. Amerika, Ermenistan hükûmeti belli olmadan yalnız oralarda dolaşan heyetlerinin verdiği raporlara göre, büyük bir Ermenistan'ın kurulmasına maddî olarak imkân bulunmadığı görüşündedir. Manda konusundaki ayrıntılı bir rapor posta ile gönderilmek üzeredir.
g) Şimdilik tarafınızdan yapılacak tebligatı beklemek üzere Tokat'ta bulunacağım. Amasya ve Tokat ile ilçelerde gerekli tebliğlerde bulunmakta ve bunların iyi sonuçlar vereceğini ümit etmekteyim. Hepinize saygılarımı sunarım, efendim.
 5'inci Tümen Komutanı
 Arif
Şifre
Kişiye özel Erzurum, 1.8.1919
Amasya'da 5'inci Tümen Komutanlığı'na
Bu telgrafın hemen Bekir Sami Beyefendi'ye ulaştırılması ve cevabının acele olarak alınması rica olunur.
Bekir Sami Beyefendi'ye Özel :
İlgi: 3.7.1919 Amerikan mandası hakkındaki son açıklamalarınızı öğrendik. Bu şartlara göre aslında korkulacak bir şey olmamak lâzım. Bununla birlikte daha bir nokta hakkındaki yüksek görüşlerinizi de almak istiyoruz. Lehimizde bu kadar elverişli şartlar ileri sürülmesine yatkın bulunacak olan Amerikan Hükûmeti, böyle bir mandaterliği kabul etmesine yani buna katlanmasına karşılık, Amerika adına ne gibi yarar ve çıkarlar sağlamış olacaktır? Bununla kendi hesaplarına elde edecekleri sonuç nedir? Bu konudaki yüksek düşünce ve bilgilerinizle de bizi aydınlatmanızı acele bekleriz, efendim.
 Mustafa Kemal
 Amasya, 3.8.1919
3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
Bekir Sami Bey'den alınan cevap aşağıda arz olunur: Mustafa Kemal Paşa'ya Özel: Amerikalılarla şimdiye kadar yapılan görüşmeler tabiatıyla hep özel bir şekilde olmuş ve sırf bir varsayımdan ibaret kalmış olduğu için, mandaterliklerin her iki tarafa yükleyeceği şartlar üzerinde durulmamıştır. Mümkünse, hazırlıklara başlanarak Sivas Kongresi'nin bir an önce açılması gereğini özet olarak arz ederim.
 Kurmay Yarbay
 Arif
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne
Saygıdeğer Efendim,
Memleketin siyasî durumu en son kertesine geldi. Kendimize bir yön çizebilmek için, Türk milletinin zarını atıp olumlu bir durum alma zamanı ise geçmek üzere bulunuyor.
Dış durum İstanbul'da şöyle görünüyor:
Fransa, İtalya, İngiltere, Türkiye'nin mandaterlik meselesini Amerikan Senatosu'na resmen teklif etmiş olmakla birlikte, Senato'nun bu teklifi kabul etmemesi için bütün güçlerini kullanıyorlar. Taksimden pay kaçırmak elbette işlerine gelmiyor.
Suriye'de aradığını bulamayan Fransa, zararını Türkiye'den kapatmak istiyor. İtalya namuslu bir emperyalist olduğundan, savaşa ancak Anadolu'nun bölüşülmesinde pay almak için girdiğini açıktan açığa söylüyor. İngiltere'nin oyunu biraz daha incedir.
İngiltere, Türk'ün birliğini, çağdaşlaşmasını, gerçek bir bağımsızlık kazanmasını, gelecekte bile istemiyor. Yeni imkân ve görüşlerle tamamen çağdaş ve kuvvetli bir Müslüman - Türk hükûmeti başında hilâfet de olursa, İngiltere'nin elindeki müslüman esirleri için kötü bir örnek olur. İngiltere Türkiye'yi bütünü ile ele geçirebilse, kafasını kolunu koparır, birkaç yılda sadık bir sömürge durumuna sokar. Buna, memleketimizde en başta ve özellikle dinî sınıflar çoktan taraftardırlar. Fakat bunu Fransa ile dövüşmeden yapabilmek mümkün olamayacağından taraftar olamaz. Fakat, Türkiye'yi bütün olarak korumak gereği duyulursa, yani bölüşmenin büyük askerî fedakârlıklarla yapılabileceğini anlarsa, Lâtinleri sokmamak için Amerikan görüşünü tutar ve destekler. Nitekim İngiliz siyasetçileri arasında zaten bu görüşe eğilimli olanlar vardır. Morisson (Morison) gibi ünlü kimseler Amerika'nın Türkiye'de manda kurmasını istiyorlar
Başka bir çözüm yolu da, Türkiye'yi Trakya'dan, İzmir'den, Adana'dan, belki de Trabzon'dan ve hele İstanbul'dan yoksun bıraktıktan sonra, eski «Kapitülasyon» ları ve boğulmaya mahkûm iç sınırlarıyla başbaşa bırakmak.
Biz İstanbulda, kendimiz için, bütün eski ve yeni Türkiye sınırlarını içine almak üzere geçici bir Amerikan mandasını «ehven-i şer» (47) olarak görüyoruz. Dayandığımız noktalar şunlardır:
1 — Aramızda, hangi şartlar altında olursa olsun, Hristiyan azınlıklar kalacaktır. Bunlar hem Osmanlı vatandaşı olma haklarından yararlanacaklar hem de dışarıda bir Avrupa devletine dayanarak karışıklık çıkaracaklar, sürekli olarak müdahaleye yol açacaklar ve zaten göstermelikten ibaret olan bağımsızlığımızdan azınlıklar adına her yıl bir parça daha kaybedeceğiz.
Güçlü bir hükûmet ve çağdaş bir idare kurulabilmesi için, patrikhanenin siyasî imtiyazları, azınlıkların kuvvetli devletler vasıtasıyla yaptıkları sürekli tehditler ortadan kalkmalıdır. Küçük ve zayıf bir Türkiye bunu başaramayacaktır.
2 — Biribirini yok eden, çıkar sağlama, hırsızlık, macera ve şöhret için yaşayanların hırsını doyuran bu hükûmet anlayışı yerine, milletin refah ve kalkınmasını sağlayabilecek, halkı ve köyleri, sağlığı ve zihniyeti ile çağdaş bir halk durumuna getirebilecek bir hükûmet anlayış ve uygulamasına ihtiyacımız var. Bunun için gerekli olan paraya uzmanlığa ve kudrete sahip değiliz. Siyasî dış borçlar, siyasî esareti artırıyor. Taraf tutma, cahillik ve çok konuşmaktan başka olumlu bir sonuç veren yeni bir hayat yaratamıyoruz.
Bugünkü hükûmet, adamlarını takdir etmese bile, halkı ve halk hükûmeti kurulmasını yararlı gören Filipin gibi vahşî bir memleketi, bugün kendi kendini 58 idareye muktedir çağdaş bir makine haline koyan Amerika, bu konuda çok işimize geliyor. On beş, yirmi yıl sıkıntı çektikten sonra yeni bir Türkiye'yi, her ferdi öğrenimi ve zihniyetiyle gerçek bağımsızlığı kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye'yi, ancak yeni dünyanın kabiliyeti yaratabilir.
3 — Yabancı devletlerin Türkiye üzerindeki rekabetlerini ve kuvvetlerini memleketimizden uzaklaştırabilecek bir yardımcıya ihtiyacımız var. Bunu ancak Avrupa dışında ve Avrupa'dan daha güçlü bir elde bulabiliriz.
4 — Bugünkü oldubittileri ortadan kaldırmak ve dâvâmızı sür'atle dünyaya karşı savunabilmek için, gerekli güce sahip bir devletin yardımını istemek lâzımdır. Yayılma siyaseti güden Avrupa'nın başvurduğu binbir yol ve alçakça siyasetine karşı böyle bir vekil olarak Amerika'yı kendimize kazanarak ortaya atabilirsek, Doğu Meselesi'ni de Türk Meselesi'ni de gelecek için kendimiz çözümlemiş olacağız.
Bu sebeplerden dolayı, bir an önce istememiz gereken Amerikan mandası da, elbette sakıncasız değildir. Haysiyetimizden epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz. Yalnız, bazılarının düşündüğü gibi, Amerika'nın resmî sıfatında dinî eğilim ve taraf tutma yoktur. Hristiyanlara para verecek misyoner kadın Amerika'sı, Amerika'nın yönetim mekanizmasında bir yer tutmaz. Amerika'nın yönetim mekanizması dinsiz ve milliyetsizdir. O, türlü cins ve mezhepten insanları çok uyumlu ve kaynaşmış olarak bir arada tutmanın yolunu biliyor.
Amerika, Doğu'da mandaterlik yapmak Avrupa'da başına dert açmak niyetinde değildir. Fakat onların onur meselesi yaptıkları şey, yöntemleri ve idealleri ile Avrupa'dan daha üstün bir millet olmak iddiasıdır. Bir millet içtenlikle Amerikan milletine başvurursa, Avrupa'ya, girdikleri memleket ve milletin yararına nasıl bir idare kurduklarını göstermek isterler.
Amerikan resmî mahfillerinin önemli şahsiyetleri arasında epey lehimize bir hava oluştu. İstanbul'a Ermeni dostu olarak gelen birçok hatırı sayılı Amerikalı, Türk dostu ve Türk propagandacısı olarak döndüler.
Bu akımı temsil eden resmî ve gayrî resmî Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur: Türkiye'yi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Suriye, Amerikan Komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika'yı istemiştir. Suriye'nin bu isteği Amerika'da çok iyi karşılanmıştır.
Amerika, bizim topraklarımız üzerinde Ermenistan kurmaya niyetli görünmüyor. Eğer mandayı alırlarsa, bütün milletleri eşit şartlar altında bir memleket evlâdı olarak kabul edip alacaklarını önemli çevrelerden haber aldım.
Ne var ki, Avrupa, mutlaka bir Ermenistan meselesi ortaya çıkarmak -özellikle İngiltere- Ermenilere tavizler vermek istiyor. Amerikan kamuoyunda zulüm görmüş Ermeniler adına bir oyun oynamaya çalışıyor. Avrupa korkusu bizim fikir adamlarını düşündürüyor. Reşat Hikmet Bey gibi, Câmi Bey gibi, hattâ millî birliğe şekil veren diplomatlarımızın, Ermeni meselesi için bir çözüm yolu tavsiyeleri var. Resmen size yazılıyor.
Çok tehlikeli anlar geçiriyoruz. Anadolu'daki mücadeleyi dikkat ve sevgiyle izleyen bir Amerika var. Hükûmet ve İngilizler, bunun Hristiyanları öldürmek, İttihatçıları getirmek için yapılan bir hareket olduğu düşüncesini Amerika'ya elbirliği ile benimsetmeye çalışıyorlar.
Her an bu Millî Mücadele'yi durdurmak için kuvvet gönderilmesi tasarlanıyor; bunun için İngilizleri kandırmaya çalışıyorlar. Millî Mücadele sür'atle ve olumlu isteklerle kendini ortaya koyarsa ve Hristiyan düşmanlığı gibi bir rengi de olmazsa Amerika'da hemen destek bulacağını yine çok önemli çevreler garanti ediyorlar.
Sivas Kongresi toplanıncaya kadar, Amerikan komisyonunu alıkoymaya çalışıyoruz. Hattâ, kongreye Amerikalı bir gazeteci göndermeyi de belki başarabileceğiz.
İşte bütün bunlar karşısında, dâvâmızda bize yardımcı olabilmesi için, bu fırsat dakikalarım kaybetmeden, bölüşülme ve çözülme korkusu karşısında, kendimizi Amerika'ya başvurmaya mecbur görüyoruz Vâsıf Bey kardeşimizle bu hususta birleştiğimiz noktaları kendisi de ayrıca yazacaktır.
Türkiye'yi azim ve irade sahibi geniş görüşlü bir iki kişi belki kurtarabilir. Macera ve boğuşma devri artık geçmiştir. Gelecek için kalkınma ve birlik savaşı açmaya mecburuz. Sınırlarında bu kadar çok evlâdı ölen zavallı memleketimizin düşünce ve medeniyet savaşında kaç tane şehidi var. Biz Türkiye'nin hayırlı evlâtlarından, yarının kurucuları olmalarını istiyoruz. Sizin, Rauf Bey kardeşimizle birlikte, temelleri bile çöken zavallı memleketimiz için uzakları görerek düşünüp çalışmanızı bekliyoruz.
Saygılarımı gönderir, başarınıza dua ederim. Millî dâvâda canıyla başıyla çalışanlar arasında, sade bir Türk askerinin alçak gönüllülüğü ile, sizinle birlikte olduğumu ifade ederim. 
 10.8.1919
 Halide Edip
 Afyonkarahisar, 13.8.1919
15'inci Kolordu Komutanlığı'na
Mustafa Kemal Paşa'ya özel: İstanbul'daki çeşitli partilerin birleşerek Amerika hey'etine verilmek üzere aldıkları kararlar aşağıda arz olunur :
1 — Ermenistan için Türkiye'nin doğu sınırları üzerinde Ermenilerin işine yarayacak bir toprak parçası vermeye Doğu illerindeki Türklerin ve orada iş başında bulunan büyüklerin, bu bölgenin gelecekteki refahını ve serbestçe gelişmesini düşünerek razı olabilecekleri görüşünde olduklarını, yalnız bu görüşlerini, oradaki Kürtlerle işbirliği yapmış olmaları ve Kürtlerin de Ermenilere toprak verme düşüncelerine kesinlikle karşı bulunmaları dolayısıyla açığa vurmak istemediklerini ve hattâ açığa vursalar bile, oradaki Türk çoğunluğunun, aşağıdaki şartların yerine getirileceği konusunda kendilerine güvence verilmedikçe bu düşüncede Kürtlerden ayrılmayacaklarını zannettiklerini tespit etmiştir. Şöyle ki: Birincisi, Türk ve Kürt çoğunluğunun ve aralarındaki diğer azınlıkların yaşadıkları toprakların bütünlüğü; ikincisi, Türk bağımsızlığının tam olarak tanınması ve fiilen garanti edilmesi; üçüncüsü, Türkiye'nin çağdaş medeniyete ulaşabilmesi için serbestçe gelişmesine engel olan kayıtların kaldırılmasıyla Wi1son prensiplerinde vadedildiği üzere, bağımsızlıklarından ve haklarından en güvenli bir şekilde yararlanmasına imkân verilmesi; dördüncüsü, bu hususlarda ve Türklerin gelişmelerinin çabuklaştırılmasında Amerika'nın bize yardımcı olacağını, Cemiyet-i Akvam (48)'a karşı üstlenmesi.
2 — Boşaltılacak topraklardan çıkarılacak olan Türk ve Kürtlerin gönderildikleri yeni topraklarda derhal yerleştirilmeleri ve bu topraklardan hemen yararlanmalarını sağlamak için Amerika'nın yardım etmesi.
3 — O çevrede ve özellikle Erzincan ve Sivas arasında yoğun olarak bulunan Ermenilerin yine Ermenistan sınırları içine gönderilmelerinin sağlanması.
4 — Ermenistan adına ve hesabına gerçekleşmesini muhtemel gördüğümüz toprak verme durumu, bağımsız bir Ermenistan adına değil, ancak büyük ve medenî bir devletin mandası altında gelişecek çağdaş bir devlet adına olacaktır. Çünkü, bugünkü Ermenistan'a toprak bırakmak, Türkiye'nin başına ikinci bir Makedonya derdi açmak demek olduğu gibi, Kafkasya için de bir gaile çıkarmak demektir.
5 — Bütün bunlar tartışılabilir bir «teklif» niteliğindedir. Ancak, bunların kesin bir şekil alabilmesi, memleketteki hey'etlerle temas kurmaya bağlı ise, oraya Amerikan hey'etinden birinin gönderilmesi şarttır.
6 — Ve en son olarak konunun kanunî ve meşru bir şekle sokulması için Osmanlı Millî Meclisi'ne (49) götürülmesi tabiîdir.
 12'nci Kolordu Komutanı
 Salâhattin
Şifre
Kişiye özel Erzurum, 21.8.1919
339
12'nci Kolordu Komutanlığı'na
20'nci Kolordu Komutanlığı'na
(Yalnız 12'nci Kolordu). İlgi: 13.8.1919.
İstanbul'da çeşitli partilerin Amerikan Komisyonu'na verilmek üzere aldıkları kararlar, burada Hey'et-i Temsiliye'mizce son derece üzüntü ve esefle karşılandı. Çünkü, birinci maddede Ermenistan'a Doğu illerimizden toprak verilmesi söz konusu olmaktadır. Oysa, ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış toprağın bile Ermeniler hesabına yazılmasının, bugün için uygulamada mümkün olamayacağı şöyle dursun, unsurlar arasındaki nefret ve öcalma duygusunun dehşet ve şiddeti, Osmanlı Ermenilerinin dönmeleri halinde bile iller içinde yoğun olarak yerleştirilmelerini tehlikeli göstermektedir. Bu bakımdan, suçlu olmayan Osmanlı Ermenilerine gösterilecek en büyük kolaylık, adaletli ve eşit şartlar altında vatanlarına dönmelerini kabulden başka bir şey olamayacaktır. Üçüncü maddede, Erzurum ve Sivas arasında yoğun bir Ermeni topluluğu bulunduğu hayali, bilgisizlik ve vukufsuzluktan başka birşey değildir: Harpten önce bile, buralarda oturanların büyük çokluğu Türk, birazı Zaza denilen Kürtlerden ve pek azı da Ermenilerden ibaretti. Bugün artık varlığından söz edilecek sayıda Ermeni yoktur. O halde, bu gibi dernekler yetkilerini bilmeli ve bir iş yapmak isterlerse, hiç olmazsa Harbiye ve Hariciye Nezaretleri'nin barış hazırlıkları dolayısıyla yaptıkları resmî istatistik ve grafiklere olsun başvurmak zahmetinden kaçınmamalıdırlar. Bu telgrafın aynen İstanbul'a gönderilmesini rica ederiz.
 Mustafa Kemal
Güvenlikle ilgili 
2013 Ankara, 14.8.1919
3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanlığı'na
1 — Mustafa Kemal Paşa'ya (özel): İstanbul'a gönderilmek üzere yazmış olduğunuz son cevaplarınız, yerine ulaştırılmış ve buna cevap olarak basılı bir raporla, Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet, Cevat, Çürüksulu Mahmut Paşalar, Reşat Hikmet, Câmi, Reşit Sadi Beyler, Esat Paşalar gibi pek çok şahsiyetin düşüncelerine uygun olan Kara Vasıf'ın yani Cengiz'in ve Halide Edip Hanım'ın görüşlerinin yer aldığı uzun mektuplar geldi. Bunlar sıra ile özetlenerek arz edileceği gibi, asılları da Sivas'a gönderilecektir. Bunların hepsinde bir yardıma ihtiyaç duyulduğu ve bu yardımın Amerika tarafından yapılmasının en az zararlı yol olarak kabul ve uygun bulunduğu şeklinde bir gerekçe ileri sürülmektedir. Basılı rapor, Câmi, Rauf, Ahmet, Reşit Hikmet, Reşit Sadi Bey'ler ile Halide Hanım, Kara Vasıf, Esat Paşa, bütün parti ve derneklerin düşünceleri yoklandıktan sonra büyük çoğunluğun görüşüne göre düzenlenmiştir. Vakit varmış. Kongrede bir an önce iş görmek, Amerikalılar gitmeden tebligat yapılmak gerekirmiş. Amerikalıları oyalayarak hareketleri geciktirilmeye çalışılıyormuş. «Kongre hemen kesin bir karar verebilir mi?» sorusuyla Amerikalılar bu düşünceyi benimsediklerini hissettiriyorlarmış. Kongrenin toplanmasını çabuklaştırmanız rica olunur.
 20'nci Kolordu Komutanı
 Ali Fuat
Bu telgrafta sözü edilen uzun mektuplar günlerce telleri işgal eden şifrelerle verildi. Birbirine ekli olan o şifrelerden biri de şuydu:
Güvenlikle ilgili
Kişiye özel Ankara, 17.8.1919
3'üncü Ordu Müfettişliği Kurmay Başkam Kâzım Beyefendi'ye
Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne (özel): 16.7.1919 tarih ve 880 sayılı şifrenin dokuzuncu maddesinin ekidir:
Kara Vasıf'ın 10 numaralı madde hakkında ek olarak verdiği bilgi :
1 — Bir yardım şeklinde Amerika'ya taraftar olursak ve bunu Doğu İlleri Kongresi, Millî Kongre, bir istek gibi telgrafla hükûmetimize bildirirse, Wilson'un Amerikan Kongresi'ne karşı güzel bir dayanak noktası olacaktır. İstanbul'da pek çok aydın bu görüşten yanadır ve böyle bir şey hazırlıyorlar. «Eğer Anadolu da yaparsa yararlı olur,» diyorlar. Böyle olursa, Amerika'nın mandasından yararlanarak öteki alçak düşmanları memleketimizden çıkarmak ve sonra yalnızca Amerikalılarla karşılaşmak mümkün olur ve uğraşmak da kolay olur. Bir de Amerikalılar bizi şiddetle suçluyorlar. Yani hükûmeti aşağılayıp milletimizi de horluyorlar. Temsilcilerine İstanbul'dan çıkışını, Paris'e gidişini, muhtıraları    sonra diyorlar ki, Avrupa'nın yapmaya cesaret edemediğini siz kabul ediyorsunuz. Söz gelişi, Avrupa büyük bir Ermenistan kurulmasını düşünmüyor. Sizin sadrazam, Toros'tan sınır veriyor, Ermenistan istiyor. Oysa, şimdiye kadar Amerikan komisyonlarından hiçbirisi bile, buna olabilir demedi. Bütün raporlara göre, Anadolu'da, Türkiye'de bir Ermenistan kurmak şöyle dursun, muhtar ve bölgesel idareler bile oluşturmak mümkün değildir. Nüfusları yok, toprakları yok. Bu yönetim müthiş bir askerî kuvvete dayandırılmazsa olmaz. Ermenilerde bu kuvvet olamaz. Amerika bu lûtfu yapamaz. Öteki devletler de buna tahammül edemez. Meğer ki, oraları zaptetsinler ve «. . . barış» yapsınlar. Bu da mümkün değil. Rekabet bunu engeller. İşte İstanbul'un haberleri. Orada iyice düşünülsün: Epeyce zaman vardır. Amerikan Kongresi hemen hemen Wilson'u dinlemek üzeredir.
2 — İstanbul'da büyük çapta temaslar var. Onun için Mustafa Kemal Paşa genel bir emir verir mi? Yoksa İstanbul'un karar ve çalışmalarını benimser mi? Bu çalışmaların amacı, milletin birliği, vatanın bütünlüğü, istiklâl ve hâkimiyetin elde edilmesi! Eğer Mustafa Kemal Paşa buraya genel bir emir vermezse ve kendisi hemen oradan Amerikalılar, İngilizler ve diğer yabancılarla temasa geçmezse, tabiî burada faaliyet devam edecektir. Belki, ters bir sonuç ortaya çıkabilir. Buna dikkati çekerim. Bu rolü, siyaseti çok daha iyi yürüten bir (tgtlkhn) Mustafa Kemal Paşa'nın mücadelesine ve kuvvetine dayanmak ise (btlstn), onun sözleri, demeçleri, tavır ve hareketleriyle tutum ve söz olarak yalanlanmış.
3 — Çolak Hüseyin Salâhattin iki yüzlü davranışını sürdürüyor. Sadık Bey'in en gözde bendelerinden olan bu şahsın bir mevki sahibi olmaması için ne yapılacağı düşünülüyor.
 20'nci Kolordu Komutanı
 Ali Fuat
Kara Vasıf Bey'e bildirilmek üzere verilen cevap şuydu :
Şifre
Kişiye özel ve ivedi Erzurum, 19.8.1919
152
20'nci Kolordu Komutanı
Ali Fuat Paşa Hazretleri'ne
İlgi: 17.8.1919.
1 — Sözü edilen Amerikan mandasının nasıl bir yardım sağlayacağının dikkatli bir incelemeden geçirilmesi ve millî gayemiz açısından bir yararı olup olmayacağının da hesaplanması pek önemlidir. İstanbul'da çalışan grubun gayesi milletin birliği, vatanın bütünlüğü, istiklâl ve hâkimiyetin elde edilmesi noktasında toplanmış gösterildiğine göre, Amerikan mandasını kabul durumunda bu gaye korunmuş olabilir mi?
2 — Millî isteklere bağlı kalmayan ve onlara uygun düşmeyen kararlar, hiçbir zaman milletçe kabul edilemeyeceğinden, milletimizin ve vatanımızın alınyazısını tayinde, millî vicdana tercüman olmaktan ibaret bulunan görevimizi tam olarak yerine getirebilmek için, millî isteğin odaklaşarak tek bir hedefe yönelmesini beklemeden hiç bir meselede yetkili görünmemiz doğru değildir. Bundan dolayıdır ki, tarafımızdan yabancılarla olan temas ve ilişkilerin, kongrenin kararlarına uyularak millet adına yapılmasını tercih etmekteyiz. Tanrı'ya şükür, yurdumuzdaki millî akımın pek çok gelişmekte, kökleşmekte ve güçlenmekte oluşu, bizleri sürekli olarak bu noktaya doğru çekiyor ve davet ediyor.
3 — Şurası da gözönünde tutulmalıdır ki, memleket ve milletin alınyazısı üzerinde Amerika veya herhangi bir devletle anlaşmaya yetkili olabilecek bir hükûmet, ancak millî hâkimiyet ilkesini kabul ve millî bir meclis'in varlığını benimseyerek ona dayanmayı gerekli sayan bir hükûmettir. Bu takdirde, İstanbul Hükûmeti'ni oluşturacak şahısların da mutlaka bu vasıfları taşıması gerekir.
Burada bizce olduğu gibi oradaki çalışmalarınız da bu amacın sağlanmasına yönelmelidir.
4 — Yakında kongre kararlarını öğreneceksiniz. Gözlerinizden öperiz.
 Mustafa Kemal
Bir küçük bilgi daha vereyim. Sivas'a gelmiş olan gazeteci Mister Brown (Brovn) ile bizzat görüşmeyi uygun gördüm. Karşısındakini kolaylıkla anlayan çok zeki bir genç.

46) Doğu İlleri Kongresi.
47) Kötülüğün en az zararlısı.
48) Milletler Cemiyeti: Birleşmiş Milletler.
49) Meclis-i Millî-i Osmanî'ye.


Erzurum Kongresi hiçbir şekilde manda kabulü hakkında karar vermiş değildir

Bu sözlerden anlaşılacağı üzere Rauf Bey'in görüşüyle, gerek Sivas Kongresi Hey'eti'nin ve gerek Erzurum Kongresi Heyetinin anlayışları arasında bir görüş ayrılığından doğan yanlışlık olduğuna şüphe yoktur. Rauf Bey'in görüşünün yorumu niteliğinde olan bu sözlerin, gerek Erzurum ve gerek Sivas Kongreleri bil­dirilerinin yedinci maddesindeki yazılış şeklinden kaynaklandığına hük­medilebilir. Gerçekten de bu maddenin yazılış şeklinde, belki de manda­cılıkta pek ileri giden ve sonu gelmemiş propagandalarıyla kamuoyunu bulandıranları susturmak ve belki bundan da çok, onların iddialarına ce­vap olacak bir özellik vardır. Madde metni dikkatle okunur ve incelenirse ne manda ne de Amerika'nın mandaterliğini istemek düşüncesinin yer al­madığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu noktayı açıkça göstermek için, söz konusu maddeyi aynen hatırlatmak isterim : 
Madde: 7 — Milletimiz çağdaş gayelerin büyüklüğüne inanır; tek­nik, sınaî ve ekonomik durumumuzu ve ihtiyacımızı takdir eder. Bu iti­barla devlet ve milletimizin hakimiyet ve bağımsızlığı ile vatanımızın bü­tünlüğü korunmak şartıyla altıncı maddede belirtilen sınırlar içinde mil­liyetin gereklerine saygılı ve memleketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî ve ekonomik yardımını memnunlukla karşılarız. Böyle adaletli ve insancıl şartları içine alan bir barışın bir an önce gerçekleşmesi, insanlığın güvenliği ve dünyanın huzuru adına başta gelen millî gayemizdir. 
Efendiler, bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı görüşü vardır? Olsa olsa «herhangi bir devletin teknik, sınaî ve ekonomik yardımını memnunlukla karşılarız» sözlerinden manda düşüncesi çıkaranlar olabilir. Ancak, mandanın anlam ve gayesinin bu ol­madığı bir gerçektir. Her zaman ve bugün bile, bu açıklık çerçevesinde yapılacak yardımları kıvançla karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve Keller-Diyarbakır demiryollarının yapımı için bir İsveç firmasının; Kayseri - Sivas - Turhal hatlarının yapımı için de bir Belçika firmasının teknik, sınaî ve ekonomik, yardımını severek kabul ettik. Söz gelişi, Ankara şehrinin ve diğer Anadolu şehirlerimizin bir an önce kuru­lup yapılmalarında olsun, öteki bütün kara ve demiryollarımızın, liman­larımızın yapımlarında olsun teklifte bulunacak yabancı sermaye sahip­lerinin yardımlarını severek kabul ederiz. Yeter ki, memleketimize ser­maye getireceklerin içeride ve dışarıda devlet ve milletimizin hakimiyet ve bağımsızlığı ile vatanımızın bütünlüğünü bozmaya yönelmiş gizli emel­leri olmasın. Bu maddede yer alan «milliyetin gereklerine saygılı ve mem­leketimizi ele geçirme emeli beslemeyen herhangi bir devlet »ifadesin­den, Amerikan Devleti anlamının çıkarılması da yersizdir. Çünkü, milli­yetin gereklerine saygılı dünya devletleri arasında yalnız Amerikalılar yoktur. Söz gelişi İsveç Devleti, Belçika Devleti aynı nitelikte devletler değiller midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandaterliği de söz ko­nusu olabilir mi? Bir de eğer dolaylı olarak Amerikan Devleti kastedil­mek istenseydi, «herhangi bir devletin» ifadesi yerine bir devletin keli­meleri veya hiç olmazsa sadece «devletin» kelimesi ile yetinilmesi gere­kirdi. Bu bakımdan maddenin açıkladığı şartlar çerçevesinde teknik, sı­naî ve ekonomik yardımın iyi karşılanacağı hususunun bütün devletler için söz konusu olduğu açıktır. 
Efendiler, bu manda konusu üzerindeki görüşümün - bu görüş bun­dan önce yapılan ve şu anda yüksek hey'etinizin' de öğrenmiş bulunduğu bunca yazışma ve tartışmalarımızla ortaya konmuştur - aylardan beri gece gündüz yanımda bulunan bir arkadaş tarafından hâlâ anlaşılmamış olduğuna hükmedilebilir mi? O halde Rauf Bey, ya aslında benimle aynı görüşte değildi veyahut aynı görüşte idi de, Sivas'ta, İstanbul'dan gelenlerle yaptığı konuşmadan sonra görüş değiştirmiş oluyordu. Bura­sını kestirmek bence güçtür. Şimdi biraz da Rauf Bey'i dinleyelim; Rauf Bey, sözüne şöyle devam ediyor: 
«Ateşkes Anlaşması yapıldığı sıralarda Almanların barış anlaşmasını imza etmeyecekleri sanılırken, İngiliz basını bazı sırları açığa vurdu. Bu­nun birinci bölümü, Almanya'nın barış anlaşmasını imza edeceği hususu idi. Bu gerçekleşti. İkinci bölümü de Türkiye'nin bölüşüleceği hususu idi. Bu çok şükür gerçekleşmedi. Bu bölümde, konferansın aldığı karar ge­reğince Kızılırmak'ın doğu tarafı Ermenistan sayılarak Amerikan himaye­sine veriliyor. Belki Gürcistan ile Azerbaycan da Amerika'ya bırakılıyor, deniliyordu. Kızılırmak'ın batısındaki topraklar da, İzmir ve İstanbul bunların dışında kalmak üzere, denize çıkış yeri Antalya olarak Türki­ye'yi oluşturuyordu. Bu bölgenin kuzeyi, İtalyan ve Fransız, güneyi de İngiliz himaye ve yönetimine veriliyordu. İzmir'in işgali, bu açığa vuru­lan sırların doğruluğunu ispata başladı. O halde, böyle bir tehlike kar­şısında memleketimize karşı en tarafsız durumda bulunan Amerika'nın desteğini kabule mecburuz. Ben bu görüşteyim.» 
Rauf Bey'in düşüncesini anlamak için bundan sonra daha çok devam eden sözlerini dinlemeye bilmem gerek kaldı mı? 
Efendiler, pek uzun ve tartışmalı olarak geçen bu manda görüşmesi, taraftarlarını susturacak ortalama bir çare bulunarak sona erdi. Hem de bu çareyi teklif eden yine Rauf Bey oldu : «Amerika'da yıllardan beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz yöndeki propagandaların doğur­duğu düşünce akımını düzeltmek için, her şeyden önce Amerikan Kongresi'nden memleketimizi inceleyecek ve gerçeği görecek bir hey'et davet etmek. «Bu teklif oy birliği ile kabul edildi. Kongre Başkanlık Divanı'nın imzalarıyla bu yolda bir mektup kaleme alındığını hatırlıyorsam da bu mektubun gönderilip gönderilmediğini pek iyi hatırlamıyorum. Kaldı ki, ben bu mektuba özel bir önem de vermiş değildim. 
Efendiler, sırası gelmişken kısaca şunu da belirteyim: Belge olarak başvurduğum Kongre tutanakları, Başkanlık Divan Kâtipliği'nde bulunan Afyonkarahisar temsilcisi Şükrü ve manda lehindeki konuşmalarını dinlediğimiz Hâmi Beyler tarafından tutulmuş ve Hâmi Bey'in yazısıyla, düzgün bir deftere, temize çekilmiştir.

53)Cemiyet-i Akvam Nizamnâmesi'nde.

Görmüş olduğunuz gibi belgeler açık ve nettir...

Bu konu hakkında başka bir konu demek istemiyorum...

Ancak Amerikan ajanlarının kendi içlerinde düşmüş olduğu çelişkiyi ispatlamak amaçlı onlara ithafen bir kaç sorum olacak:

1)Amerikalı bakan ile yapılan görüşmeler sonunda Atatürk'ün bir kamera karşısında yapmış olduğu açıklamayı sanki Atatürk mandacıymış gibi yastıyorsunuz. Madem öyle o halde neden Atatürk'ün bizzat kaleme aldığı Nutuk'dan aynı benim gibi alıntı yapmıyorsunuz?
2)Madem size göre Atatürk Amerikan mandacısı, o halde neden Rusya gibi kominist bir ülkeden para yardımı almıştır?
3)Atatürk'ün bir çok sözünden “bizler ne emperyalist ne koministiz” anlamları çıkıyor. O halde Atatürk, nasıl emperyalist oluyor?
4)Başlangıçta AKP karşıtı iken, hatta AKP'ye resmen açık açık küfür ederken, sonradan nasıl oldu da AKP fanatiği oldunuz?
5)Madem Atatürk emperyalist, o halde neden Atatürkten nefret ettiğinizi açık açık ifade ediyorsunuz?

Bu soruları cevaplamazsanız sizler hakkında “cümle alem” yanlış düşünecek! Uyarmadı demeyin!

VOLKAN KAHYALAR
 

1 Fikir Ver ! Görüş, Yorum, Anlayış farkı... Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger Templates