31 Tem 2010

Özalcılar, "bu ne yaman çelişki böyle?"

,
Her zaman olduğu gibi şimdiden de “sözde gündemi” darbeler…

Hayır, gerçekten bir şeyler yapılsa yanmayacağım…

Ben artık iktidarın sığındığı, “darbecileri yargılayacağız!” Palavrasından bıktım usandım artık! Artık anlayın Türkiye’m. “Dava zaman aşımına uğruyor.”Bu yüzden hiçbir şey yapılmayacak!

Bu konuyu başka bir yazımda anlatmıştım. Ancak daha başka bir yazımda da anlatmak istiyorum.

Her neyse…

Benim konum bu değil…

Benim konum: “Sivil darbeyi görmeyen ancak sadece kafayı askeri darbe ile bozmuş olan sözde milliyetçiler, sağcılar , solcu liberaller, dincilerin sevdiği hatta ikinci Atatürk dedikleri “Turgut Özal”dır.”

Takdir edersiniz ki Turgut Özal’ın yaptıkları ile yapmadıkları apaçık ortadadır.

Ancak benim konum bu da değil…

Benim konum: “Darbe konusunda Turgut Özal’ın takındığı tavırdır.”

Bunu anlatma gereğim o sözde “darbe” karşıtlarının , asıl darbeye o neredeyse ayaklarını öpeceğiniz Özal’ın destek verdiğini ispat etmektir…

Son günlerde darbe tartışmaları sürüp gidiyorken yardımcılığını “Kemal Yamak’ın yaptığı Turgut Özal’a” bazı kesimler (ki isimlerini yukarıda saydım) demokrasiye katkılarından dolayı teşekkür ediyor!

Bu ne yaman çelişkidir!

Neden mi?

Açıklayım…

O hep darbe konularında bahsi geçen hatta kimi kesimlerce, “o hapishanede Allah yok” dedikleri Diyarbakır cezaevi’nin sıkıyönetim komutanı kimdi biliyor musunuz?

“Kemal Yamak…”

Kemal Yamak, Evren’in isteğiyle bölgeye gönderildi.

Sıkı yönetim komutanı olarak Kemal Yamak vahşetin bir numaralı sorumlusudur!

Kemal Yamak, emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın başbakanlık danışmanı olarak atandı!

Sonra Çankaya’ya Özal çıktığı zaman Kemal Yamak’ı cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine getirdi!

E ne mi olmuş?

Şöyle diyeyim…

Hani Özal demokrasiye saygı duyuyordu ya… Madem öyle Evren ile birlikte baş zanlılardan yer alması gereken Yamak, ne oldu da Özal’ın yardımcılığını yaptı?

Başta da sorduğum gibi…

Bu ne yaman çelişki?...

Not: Darbenin 29.yılında Hasan Celal Güzel televizyona çıkarak 12 Eylül darbesine nasıl yiğitçe mücadele verdiklerini söylemişti. E haklı adam(!!)

VOLKAN KAHYALAR

29 Tem 2010

Pitbul ve TBMM ilişkisi...

,
Bilindiği gibi, TBMM’nin “insanlar zarar görüyor, harekete geçin” talimatıyla İç işleri, Çevre ve Tarım bakanlıkları; pitbulların toplanması için harekete geçti.

“ee ne olmuş yani?” Demeyin…

Anlatayım…

Bu ülkede pitbul’ların kaç insan öldürdüğünü biliyor musunuz?

Zannetmiyorum…

Neden bilmiyor musunuz?

Çünkü, istatistik yapanlarda bilmiyor ki siz bilesiniz…

Bunu nereden mi çıkardım?

Kendi çapımda ufak bir araştırma yaptım efendim…

Ve sonuçta işte böyle çıktı…

Ortada ne kadar zarar verdiği bilinmeyen bir durum için TBMM önlem alınmasını istiyor.

Ama…

Ortada terör gibi ne kadar zarar verdiği belli olan yani 1984’ten bu yana 41.828 cana mal olan büyük bir olay için yani düpedüz “katliam” için sadece iktidarın “açılım” adıyla yapmış olduğu “sözde” önlem alınıyor. Onu da muhalefet partileri öneri sunmadan sürekli eleştiriyor…

Bu nasıl iştir?!

Yani, bir hayvana verilen önem bir insana verilmiyor!

Ne meclis ama…

“Anlatılmaz yaşanır” boyutunda…

Aslında bana kalırsa pitbul’ların değil bu meclisin toplatılması lazım…

Hem de toplanırken meclistekilerin kaçmalarını engellemek için: “Nerede olduklarını ihbar edene büyük pala ödülleri konması lazım!”



VOLKAN KAHYALAR

24 Tem 2010

Bir öykü olabilir ama... "Hayır!"

,
Bu hikayede ki her şey hayal ürünüdür.

Kişiler ve kurumlar gerçek değildir…

Ancak bu ileride bu hikayenin gerçek olmayacağı anlamına gelmez!

Tarihler 13 eylülü gösteriyordu.

Yıllardan kaç mı? Bu sene… Yani 2010…

Referandum, yüzlerce tartışmadan sonra sonunda olup bitmişti…

İktidar, kazanmanın vermiş olduğu mutlulukla : “Türk milleti doğru olanı yapmıştır” dedi.

Tarih 28 Eylül 2010

Ergenekon davası tüm hızıyla devam ediyor. Askerler, teker teker göz altına alınıp her hangi bir sebep gösterilmeden tutuklanmaya devam ediliyor.

Yeni anayasa ile askeri savcılara verilen yetkiler çerçevesinde, Ergenekon davası bahane edilip askerlerin askerlik ile ilişkileri kesilmiştir. Bu doğrultuda da bundan sonra yargılanan askerler sivil olarak yaşamlarına devam edeceği için sivil yargıda yargılanabilecek. Bu durum 12 eylül tarihinde referandum da “evet” denilmesiyle olmuştu.

Tarih 13 Kasım 2010

Mecliste devlet bakanı: “Türk halkına alenen aşağılayan konuşmalar yaptı. Bu duruma MHP ve CHP’den sert tepkiler geldi. Mecliste kavga çıktı…

CHP ve MHP’den yapılan ortak basın açıklaması ile olay mahkemeye intikal etti.

Tarih 17 Kasım 2010

Devlet bakanının yapmış olduğu halkı aşağılamaya yönelik dava düştü. Mahkeme, buna gerekçe olarak T.C Anayasasının 12 eylülde referandum ile değiştirilen 69. maddesi ile karar verdi.

Tarih 9 Ekim 2010

İktidar, seçim için harcamaları hiç olmadığı kadar arttırdı. CHP, bu durumu açıklaması için iktidarı basın toplantısına davet etti.

Basın toplantısını kabul etmeyen iktidar “ne var canım! Anayasamızın Md 69’unda belirtildiği gibi partimizin mali durumunu Sayıştay yapar. Eğer bir şey olsa onlar söylerdi. CHP’ye ne oluyor?!” Dedi.

Tarih 17 Aralık 2010

“Gidiş hata dur demek için toplanıyoruz” diyen özgürlük platformu, Taksim de yürüyüş yaptı. Yürüyüşe CHP ve MHP’den birçok millet vekili de katıldı.
Ancak polis bu yürüyüşü engelledi. Emniyet amiri: “Sizler teröristsiniz! Neyiniz eksik ki isyan ediyorsunuz” dedi.

Özgürlük platformu başkanı yaptığı açıklamada: “Tamamen korku imparatorluğu kurulmaya çalışılıyor. Artık birlik olma, korkmama zamanı” dedi.

30 Aralık 2010

CHP ve MHP genel merkezleri Ergenekon operasyonu kapsamında arandı. Ankara emniyet müdürü tarafından basına yapılan açıklamada: “Bu partilerin terör eylemine destek verdiği düşünülüyor. Operasyon bu yüzden başlatılmıştır.” Denildi.

12 Ocak 2011

CHP ve MHP “terör eylemine destek vermek” uçundan anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı. Yapılan açıklamada terörün içinde gösterilen sebeplerden bir tanesi ise “özgürlük platformunun yaptığı Taksim yürüyüşüne katılmak” olduğu bildirildi.

15 Mart 2011

İstanbul barosunun gazetemize yapmış olduğu bir açıklamada şunları denildi: “ Bizler 12 Eylül 2010 ’da referandum için “hayır” kullanın dediğimiz anda bizi neredeyse vatan haini ilan etmişlerdi. Darbeye destek veriyor demişlerdi. Halkın büyük çoğunluğu bize inanmamıştı. Ancak şimdi sadece referandumdan sonra ki bir buçuk sene boyunca bizim ne kadar haklı olduğumuzu anladılar ama iş işten geçti… İkinci bir 12 Eylül vakası yaşıyoruz! Ve bu referandumun aslında darbeye karşı değil aksine ikinci bir darbe yaptığının göstergesidir”

Hikayemize daha devam edeyim mi?

Sanırım anayasa taslağına neden “hayır” demeliyiz. Şimdi anladınız…

Halen anlamadıysanız şunu unutmayın: “Başta dediğim gibi yazılanlar hayal ürünü olabilir ama bu durum olmayacağı anlamına gelmiyor. Malum eğer evet derseniz bunların hepsine yasal olarak iktidar yetkili olacaktır.”

VOLKAN KAHYALAR

23 Tem 2010

bu yüzden "hayır!"

,
Neden hayır?

Bu yazıyı bir hukukçu “olmayarak” yazmayayım dedim ama yeter artık! Hukukçu olan olmayan herkes referandum hakkında yorum yapıyor. Bırakın hukukçu olmayı, hukuktan anlamayanlar bile yorum yapıyorlar.

Ben mi? Ben ise, hukukla az buçuk ilgilenen birisiyim… Bu yüzden bir Kemalist olarak kendime görev ediniyorum: “Neden hayır” denilmeli?

Şimdi size madde madde bunu açıklayacağım…

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 53 üncü maddesinin kenar başlığı “A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı" şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.

Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Uzlaştırma Kuruluna başvurabilir. Uzlaştırma Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir.
Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, Uzlaştırma Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir."

Memurluğun özelleştirilmesi konusu mevcut iken bu maddenin olması bile saçma… ( ki yeri gelmişken söyleyeyim bu iktidar ne kadar tartışılırsa tartışılsın istediğini istediği gibi yapıyor. Ve elde kalan sadece esas tartışılması gereken ancak tartışılmayan, önüne geçilebilecek ancak bu hareketten dolayı yapılamayan konular kalıyor)

Özelleştirmelerden sonra “tekel işçilerine yapılanlar ortadadır.” Kaldı ki her devlet dairesi liberal sistem ile iktidara yük olarak görünüyor.

“4-C ‘ye geçen işçiler bile” daha sonra güvence altına alınması gerekirken ona bile güvence verilmemiştir. İstenilen işçi istenildiği an çıkarılmıştır. Yani özelleştirme olsa da olmasa da güvence altında olunmayacak! Bu yüzden “hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 69 uncu maddesinin üçüncü, dördüncü, yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, altıncı fıkrasının sonuna “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen düşünceler ve Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunların Meclis dışında tekrarı veya açığa vurulması ile idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez." cümlesi eklenmiş, dokuzuncu fıkrasındaki “beş yıl" ibaresi “üç yıl" şeklinde değiştirilmiş, dokuzuncu fıkrasındaki “temelli" sözcükleri, onuncu fıkrasındaki “temelli olarak" ibaresi ile beşinci ve sekizinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

“Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasî partilerin malî denetimi Sayıştay tarafından yapılır. Sayıştayca siyasî partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Sayıştayın bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.

Siyasî partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan her bir siyasî partinin beşer üye ile temsil edildiği ve Meclis Başkanının başkanlığında oluşturulacak Komisyonun üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılacak dava, Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır. Komisyonun bu kararı, yargı denetimi dışındadır. Reddedilen izin başvurusunda ileri sürülen sebepler, hiçbir şekilde yeni bir başvuruya konu olamaz. Siyasî parti gruplarında ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde izin konusunda görüşme yapılamaz ve karar alınamaz."
“Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkraya göre kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir. Devlet yardımından yoksun bırakılma, bağlı olduğu kapatma davasının ve kararının usulüne tabi olup tek başına dava konusu kılınamaz."
Bu madde, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran iktidar, hem gücünü hukuki açıdan sağlayıp partinin kapanmasını engelleyecek hem de Sayıştay da adamları mevcut olmasının avantajlarını kullanacaktır.

İktidar bu anayasa taslağı kabul edildiği zaman bununla da yetinmeyip aynı madde de şunları belirtmiştir: “ Mali yönden bağımsız olacağım, istediğim parayı istediğim şekilde hesabıma “resmi olarak” geçirebileceğim yani kara paranın bile hesabı soramayacaksınız!” Bu yüzden “Hayır!”

Bu maddenin söylevler hakkında ki fıkrası düpedüz meclis içinde milletvekillerinin dokunulmazlığına dokunulmazlık katan bir maddedir. Çünkü açıkça “meclis içinde istenilen söylenebilir.” Denilmiştir!

Bunun yanında kapatmada yasaklanan siyasilerin 5 yıldan 3 yıla indiriliyor. Yani düpedüz biz kapatılırsak daha çabuk dönüş yapalım denilmiştir! Bunda ne var demeyin? Çünkü Anayasa mahkemesi her hangi bir sebep göstermeksizin bir partiyi kapatmaz! Bizim gibi demokrasinin yerleşmemiş olduğu bir ülkede “demokrasi demokrasi” diye rejim değişikliğine gitmek isteyen kişileri engellemek için bu madde çok önemlidir! Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

Önceki maddede olduğu gibi bu madde de düpedüz parti kapatma ortadan kaldırılmak istenilmektedir. Aslında demokrasi için çok iyi bir durum olan bu durum, bizim ülkemize işbirlikçi partiler geldiği sürece çok kötüdür. İktidarın, AB + ABD + NATO ile iş birliği yaptığı düşünüldüğünde…. Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 inci maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, Yüksek Askeri Şuranın Silahlı Kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır." cümlesi eklenmiş, dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz."

Bu madde de açık ve net olarak şöyle denilmiştir: “ Yüksek askeri şuraya kendi adamlarımızı yerleştireceğiz böylece askerlikte ki kilit isimleri ortadan kaldıracağız” Ki görüyoruz “Ergenekon iddianamesi ile üç yıldan beri “tutuklu” olan ancak neden “tutuklu olduğunu bilmeyen” askerleri… “Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 145 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 145- Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişilerin, sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askerî suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.

Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."

Bu madde açık ve net bir biçimde Askeri yargının ortadan kaldırılması için bir adımdır. Bu madde de bir önceki madde gibi askeri “Ergenekondan içeri atarım” mantığını getirmektedir. Çünkü unutulmamalıdır ki “Ergenekon iddianamesi” bir sivil mahkemedir. Eğer askeri mahkeme olursa,iktidarın düşüncesindeki asker bir çok kişi yargılanacakken bu madde ile yargılanması ortadan kalacak. Bununla da kalmıyor bu madde, aynı zamanda istediği askeri istediği şekilde içeri koymak için elinden geleni yapacağını gösteriyor. Ki bunun en yakın örneğini komutan Dursun Çiçek ile gördük. Askeri mahkeme davayı temize götürürken sivil mahkeme hükümlü olmasına karar veriyor. Bu yüzden “Hayır!”

“MADDE 146. - Anayasa Mahkemesi ondokuz üyeden kurulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üçer aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; beş üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar veya Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından; iki üyeyi ise yüksek öğrenim görmüş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından seçer.

Yargıtay, Danıştay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarından, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve üç daire başkanı seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.
Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar."

Bilindiği gibi “Anayasa mahkemesinin” görevleri arasında kilit noktalar vardır. Cumhuriyeti koruyan yegane taşlardan bir tanesidir Anayasa mahkemesi… Bu maddeyi anlamak için onun görevlerini iyi bir biçimde bilmemiz gerekmektedir. Bunlar:

- Yasaların Anayasaya Uygunluğu Denetimi
- Yüce Divan
- Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
- Partilerin Kapatılması
- Partilerin Mali Denetiminin yapılması
- Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Başkan ve başkanvekilini seçmek

Görüldüğü gibi Anayasa mahkemesinin görevleri arasında kilit noktalar vardır. Bu kilit noktaları rejimi değiştirmek isteyen iktidarın yok etmesi gerekmektedir. İşte bu yüzden getirilmek istenen sistem ile Anayasa mahkemesi ele geçirilmek istenmektedir. Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 156 ncı maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."
Diğer maddelerden de anlaşıldığı üzere hazırlanan taslakta bir madde birkaç madde ile desteklenmiştir. Bu Anayasa hazırlamanın gereğidir. İşte bu yüzden rejime yönelik olan bu anayasa taslağı askeri mahkemenin kaldırılması anlamına gelen bu maddeyi bir kere daha eklemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

İktidarın sürekli olarak bu maddeyi kullanması dikkat çekicidir. Ancak bu maddeyi anlamak için bir alıntı yapmak istiyorum : “Hulki Cevizoğlu’un Unutkanlık bölgelerinin işgali adlı köşe yazısından : “ Bakınız, 12 Eylül referandumu için “12 Eylülcülerden hesap soracağız! 12 Eylül darbe anayasasına hayır” diye bas bar bağıran AKP İktidarının Adalet Bakanı ne demiş?
TRT 1 televizyonundaki “Enine Boyuna” adlı programda gazeteciler sormuşlar:
“12 Eylül’ü yapanlar, yargılanabilecek mi?”
Sadullah Ergin yanıtlıyor:
“Şu anda yargılanacaklar ya da yargılanmayacaklar demek mümkün değil. Yargıda 2+2=4 demek değildir!”
Bir başka gazeteci benzer soruyu tekrar soruyor.
Adalet Bakanı, “Mağdurlar başvuru yapabilirler. Mahkeme karar verecek!”
Oysa, bakan çok iyi bilmesine rağmen bu konuda 30 yıllık bir zaman aşımı süresi var ve bu da referandumun yapılacağı 12 Eylül 2010’da doluyor. Yani, 13 Eylül’den itibaren hiç kimse, Kenan Evrenlere dava bile açamaz!.. Bu yüzden “Hayır!”

GEÇİCİ MADDE 19- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, birer üye, Sayıştay Genel Kurulunun ve baro başkanlarının gösterecekleri üçer aday arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Sayıştay Genel Kurulunda, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Cumhurbaşkanı, yükseköğrenim görmüş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından iki üyeyi seçer.

Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde bulundurulur.

Anayasa şikâyetine ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren anayasa şikâyeti başvuruları kabul edilir.

Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.

Sayıştay hakkında Madde 69’da belirtmiş olduğum duruma burada açıkça “evet öyledir” denilmiştir.

GEÇİCİ MADDE 20- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir.

a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yüksek öğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri
Taslak sayfa : 8 / 9
arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.

b) Anayasa Mahkemesi, bir asıl ve bir yedek üyeyi Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer. Mahkeme Başkanı bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye adaylık başvurularını ilân eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar başvurularını yaparlar. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Mahkeme, adaylar arasından bir asıl ve bir yedek üyeyi seçer.

c) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

ç) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adli yargı hâkim ve savcıları arasından, adli yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun gözetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hâkim ve savcıları arasından, idari yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun gözetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev
Taslak sayfa : 9 / 9
yapan idari yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır.

Birinci fıkranın (a), (b), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler sırayla göreve başlarlar.

Bu madde uyarınca seçilen üyelerin göreve başlamasını müteakip yapılacak ilk Kurul toplantısında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinden ad çekme suretiyle belirlenen bir asıl vebir yedek üyesinin görevi sona erer. Kalan asıl ve yedek üye ise seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar görevlerine devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (ç) bendi uyarınca seçilenler göreve başlarlar.

Birinci fıkranın (c) ve (ç) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü ve dördüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (b), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.

İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, 30000 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.

İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,

a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır.

b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.

c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.
ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür. Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.

Bu madde de ise adalet sistemini rektör atamaların da eğitimi bozdukları gibi bozmaya çalışacaklarını göstermektedir.

Genel bir yorum yapmak gerekirse eğer, bu anayasa taslağına baktığımızda açık ve net bir biçimde “dikta yönetimini resmi hale getirmek istiyoruz” denildiği görülmektedir. Bunun için adaleti, gelir kaynaklarını “resmi olarak” kullanabileceklerini de görüyoruz. Sadece bunlarla da bitmiyor. Aynı zamanda seçimlerden önce dokunulmazlığı kaldıracağını iddia ederlerken şimdi ise meclis içinde dokunulmazlığı daha da derinleştireceğini göstermektedir bu anayasa taslağı… Eğer bu taslağa “evet” derseniz emin olun o zaman bir 12 eylül daha yaşarız! Bu aşikardır. Bu yüzden 12 eylül’de 12 eylül’e Hayır! Diyelim…

Bunu dedim diye sakın yanlış anlaşılmasın “sen darbeye karşı değil misin?” denilmesin. Benim düşüncemi Ahmet Hakan’ın İmkansız mı? Adlı köşe yazısından alıntı çok iyi açıklıyor. Son olarak onu paylaşıp yazımı bitiriyorum:

İmkânsız mı?


* Hem darbelere, hukuk dışı girişimlere, çetelere sonuna kadar karşı olmak, hem de Silivri Cezaevi'ndekilerin hukuklarına sonuna kadar sahip çıkmak imkânsız mı?
* Hem 12 Eylül Anayasası'nın değişmesini istemek, hem de yargıya egemen olmak maksadıyla yapılan Anayasa değişiklerini kuşkuyla karşılamak imkânsız mı?

* Hem CHP'nin ideolojik duruşuna itiraz etmek, hem de bu duruşu hafiften esnetmeye çalışan lidere destek vermek imkânsız mı?

* Hem laikliğin değişmez bir ilke olarak korunması konusunda titiz olmak, hem de dini sembol-lerin kullanılmasının özgür olma-sını savunmak imkânsız mı?

* Hem hükümet yanlısı yayın organlarında yazıp çiziyor olmak, hem de biraz olsun hakkaniyetli davranmak imkânsız mı?

* Hem hükümete karşı bir duruş sergilemek, hem de hükümetin yaptığı bazı güzel uygulamalara destek çıkmak imkânsız mı?

* Hem terörün son bulması için çaba sarf etmek, hem de Kürt halkıyla empati kurarak “ne istiyorlar?” sorusuna yanıt bulmak imkânsız mı?
VOLKAN KAHYALAR

22 Tem 2010

Burada bahsi geçen şirket, “AKP” müşteri ise “halk”dır.

,
Başbakan, referandum için “evet” oyu isterken ağladı…

Bu durumun siyasi yönü bir yana tarihten birkaç satır aklıma geldi. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum…

Eğri oturup doğru konuşmak lazım…

Çok değil biraz geriye baktığımızda dinciler, yani dini siyasete alet etmeye çalışan “zatlar” kamplarda Cumhuriyeti yıkıp şeriat düzeni ile yönetilen bir düzen getirmek için eğitim görmüyorlar mıydı?
Bunları yapan örgütlere, AKP milletvekillerinin bir çoğu “zamanında” bağlı değil miydi?

Zamanında diyorum çünkü: “12 Eylül’de yaşananlarda zamanında olan, devletin hiçbir zaman unutmaması gerektiği, burada yaşananlardan ders alıp bir daha yapmamak için çok uğraşması gereken olaylar bütünüdür.”

Bu örgütler, Cumhuriyetin asıl bekçilerini, Atatürkçülerini, solcularını, sağcılarını (hoş belirli dönemlerde bu bahsettiğim örgütler, sağcılarla da iş birliği yapmışlardır ama bu tüm sağcılar için aynı durum olduğu anlamına gelmez) yok etmek, onlara zarar vermek için ellerinden geleni yapmadılar mı?

Şimdi ne oldu da “AKP” birden bire “zamanında bağlı olduğu örgütünün” yok etmeye çalıştığı yada yok ettiği Cumhuriyetçileri ağlayarak anmaya başladı?

Yoksa bu hareket, AKP’nin söylemiş olduğu “eğer hayır çıkarsa erken seçime gideriz” in korkusu hem de, dikta yönetimi için bir adım olmazsa bu diyarları terk ederim. Bu yüzden çok duygusalım. Ağlıyorum... un bir göstergesi mi?

Yok canım…

Bana öyle geliyor…

Benim anlamadığım bir konu var…

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye, 'Evet Sayın Bahçeli, biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz. Çünkü faşizm ile bir ilişkimiz, bir bağlantımız yok. Siz ne olur şunu bir anlatın, faşizmin özelliklerini bir açıklayın da biz de sizin nasıl bir zihniyete sahip olduğunuzu daha iyi anlayalım. Çünkü siz, hem teorisyenisiniz, hem bu işin pratisyenisiniz' dedi.

Dün bu söylemlerde bulunun Başbakan, bugün ise grup toplantısında şu beyanatlarda bulunmuştur: “12 Eylülcüler kendi ifadeleriyle asılan bir solcuyla denge kurmak için bir de sağcı idam etmek istediler. Adalı'dan sadece birkaç saat sonra yine 22 yaşında bir genç Mustafa Pehlivanoğlu darağacına gitti. Ailesi infazdan 3 gün sonra ziyarete geldiğinde idam edildiğini öğrendiler. Geriye şu satırlar kaldı:

Sevgili anneciğim, babacığım, Sizler beni bu yaşa kadar yetiştirdiniz. Benim sizlere karşı işlemiş olduğum hataları affedin. Hakkınızı helal edin. Ben sizlerin evladı olarak Cenab-ı Hakkın ve onun resülünün yolundan ayrılmadım. Alın yazımız böyle yazılmış. Ben de kardeşim Haydar gibi Allah'ın huzuruna çıkacağım. Eğer cezam varsa suçumu çekmeye hazırım. Bir yanlış varsa idam edenler Allah'ından bulsunlar. Hakkım varsa hepinize helal olsun, siz de helal edin."

Bu tezatlık niye?

Tamam doğru burada MHP’ye laf atılıyor. Mustafa’ya değil… Ama Mustafa MHP’li değil miydi?



İşin bu boyutunun yanında bir de başka boyutu var:

Bu referandum olmasaydı eğer hiç aklına gelmeyecek miydi AKP’nin aklına darbeler? …

Ancak gerçek Cumhuriyetçiler hiçbir zaman unutmadılar bunu…

Yiğidi öldür hakkını yeme…

Her ne kadar rol olsa da solcusunu ve sağcısını kazanmak için çok güzel halkla ilişkiler yapıyor başbakan…

Bilmeyenler için halkla ilişkilerin tanımını yapıp sonlandırıyorum yazımı izninizle…

Hakla ilişkiler: Bir şirketin, var olan ve olası müşterileriyle ilişkilerini geliştirmeye ve şirket hakkında olumlu izlenimler oluşturmaya yönelik gerçekleştirilen etkinliklerin tümü.*

Burada bahsi geçen şirket, “AKP” müşteri ise “halk”dır.

Tanımları koyup bir daha okuyun… “Hak verdiniz mi?”

* http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=halkla+ili%FEkiler&ayn=tam

VOLKAN KAHYALAR

20 Tem 2010

"Bal ve terör"

,
Bu ülkede terör biraz zor biter…

Pardon, biraz zor mu dedim?

Az bile dedim…

Neden mi?

Buda soru mu?

Başbakan bir taraftan “bal bal demekle ağız tatlanmaz” diyecek öteki taraftan açılım diye sadece kahvaltı verecek…

Ama işin birde iyi yönü var: “Bu kahvaltıda fakir fukaranın karnı doyuyor…”

Fakir fukara dediysem yanlış anlaşılmasın maddi açıdan fakir fukaralıktan bahsetmiyorum. Akıl yönünden fakir fukaralıktan bahsediyorum…

Çünkü açık söyleyeyim: Nasıl dağıtılarak oy verebilecek kadar küçük insanlar varsa, aynı küçük insanlar sadece bu kahvaltıyla karınlarını doyurup ”açılım, çok başarılı” derler… İşte kafadan fakir fukara insanlar bu insanlardır!

Gelin açık konuşalım…

Devlet, sırf doğuda yaşıyor diye sırf bir etnik gruba ait diye hiçbir yatırım yapmayıp, sonra bu duruma isyan eden halka “vay sen nasıl isyan edersin?” diye isyan etmeyenlere bile zulüm uygulamadı mı?

Bu ufak bir hata değildir…

Tamam, her devletin zamanında hataları vardır. Belki ileride de var olacaktır da. Ancak eski hatalarını kabullenip bir daha o hataları yapmaması ve bu hataları doğuracak sebepleri ortadan kaldırması gerekmektedir.

Eğer böyle olmazsa vakit bu vakit deyip, zaten bizi bölmek isteyen devletler bizi bir güzel bölerler..

Peki bu hataları düzeltmek için ne yapmalı?

Bir kere toprak reformu şart…

Ağalık sistemi kaldırılmalı…

İş verilmelidir…

Eğer toprak dağıttığımız kişilere iş vermez isek hasat toplanana kadar veya hasat olmadığı takdirde ekonomik döngüde ezilir. Ve verilen toprağın bir anlamı kalmaz. Bu duruma engel teşkil etmesi için iş bulunması çok önemlidir.

Üzülerek belirtmeliyim ki, ilk defa Hakkari’ye bir fabrika kuruluyor. Ve bu fabrikayı bir Türk firması değil, bir İngiliz firması kurduğu gibi, aynı zamanda bizim suyumuzu bize satacak bir fabrika kuruyor…

Neden bu böyle?

Neden bu fabrikayı biz değil de elin İngiliz’i kurdu?

Her neyse…

Artık bu durumdan ders çıkarıp yeni yatırımlar yapmalıyız…

Görmüş olduğunuz gibi terörün sebebi ekonomidir…

Daha sonra zaten büyümesini kötü ekonomiden alan terör, başka ülkelere dahi sıçramaya başlar…

Aslında PKK’nın bu büyümesini kar topuna benzetiyorum. Bir çöp ile başlayan PKK devletin bahsetmiş olduğum yanlış politikalarıyla bir çığ gibi büyümüştür.

PKK’nın sadece Kürtlerden oluştuğu kanısına kesinlikle katılmıyorum. Bunu sadece ben demiyorum. Bunu aynı zamanda uzmanlarda söylüyor. Hem durum böyle olmasa bile bu Kürtlerin tamamını kapsamaz.

Tamam doğru PKK’nın içinde Kürt milliyetçileri de var. Ama bu durum bizimde milliyetçilik yapabileceğimiz anlamına gelmez. Yapmamalıyız…

Şu zamana kadar kardeşçe yaşamayıp binlerce şehitler, ölüler verdir. Elimize ne geçti? Ben size söyleyeyim…

BOP’un planlarından en önemli ayağı olan 2. İsrail’i kurmak için çok büyük ilerleme…

Bunun yanında birde buranın neden seçildiği konusu var: “Burası petrol yatağı” işte asıl önemli mesele burada…

“Petrole, PKK gözetmenlik yapıyor…”

Diğer en önemli mesele ise bu…

Petrol rezervlerinin kalıcı bir iktidar kurulana kadar korumak…

Bunu nereden mi çıkartıyorum?

Sizce İsrail’in istediği topraklar nereler? Tamda bu PKK tarafından korunan topraklar… Sizce bu tesadüf mü?

Yani demek istediğim Kürtler kullanılıyor… Türklerle birlikte…

Asıl mesele bizi bize kırdırıp BOP için ikinci İsrail’i kurmak… Ve sonra şu anki İsrail ile birleştirmek…

Yapamazlar, asarız keseriz demeyin. Bugün onları tanımadıkça, onları ezdikçe bu iş onların amacına daha da yaklaştırıyor. Çünkü, PKK büyür…

Bakın yine başa geldik… Neden mi? Çünkü “PKK’yı ezilmiş halk büyütüyor!“

Aslında Kürt Türk demek bile ayrımcılıktır! Hepimiz Türk’üz!



Aydınım diye geçinen ve sürekli ayrımcılık yapan bir kesim ayrılmak istiyorsa “ayrılsınlar yeter ki teröre çözüm olsun!” Diyorlar…

Bu kadar “haysiyetsiz ve şerefsiz” bir düşünce görmedim! Bu düşünce tarihimizi şehit kanlarımızı bir hamlede silen bir düşüncedir! Bu yazı işte bu haysiyetsiz ve şerefsizlere hitaben yazılmıştır!

Onlar kim mi?

Onlar kendini bal gibi bilir!



VOLKAN KAHYALAR

19 Tem 2010

Çok kısa bir biçimde "bu ülkede kadın olmak…"

,
Çok kısa bir biçimde bu ülkede kadın olmak…

Bir programda geçenlerde bir soru soruldu? “ İyi ki erkeğim dediğiniz zaman ne zamandır?” Bu soruya şöyle cevap veriyorum: “Bu ülkede iyi ki kadın değilim…”

Neden mi? Çünkü bu ülke de kadınlar hep eziliyor…

Bu ülkede, kadınlar sadece doğum makinesi olarak algılanıyor…

Bu ülkede, erkekler kadınları hep bir “mal” olarak algılıyorlar… “Ki 21.yüzyılda bile alınıp satılmalarından belli…”

Bu ülkede, kadın deyince başarıları değil hep bel altı akıllarına geliyor…

Bu ülkede, sokakta bayanlara laf atılmayan bir Allah’ın günü yok…

Bu ülkede, gece bir bayan dışarı çıkamaz…

Neden?

Çünkü , dışarısı sapık doludur…

Bu ülkede, hep genelleme vardır. Kendine kötü davranan bir kadın varsa eğer artık erkek için “kadınların hepsi kötüdür…”

Bu ülkede, kadınların her tarafını kapatıp sonra, pişmiş kelle gibi sırıtıp “tahrik olurlar diye kapatıyorum” deyip sanki kendi bu haltı yemiyormuş gibi çok masum takılan milyonlarca insan vardır…

Bu ülkede, “erkeğin yaptığı işi, kadınlar yapamaz zihniyeti olduğu sürece bir erkek olarak, bu durumların değişmesi hakkındaki düşüncem “imkansız…”




VOLKAN KAHYALAR

Arkadaşlık, dostluk...

,
Arkadaşlık üstlendiği görev bakımından bana kalırsa çok önemli…

Her ne kadar dostlar insanlara gücünü gösteriyorsa da arkadaşlık, üstlendiği görev bakımından çok kutsaldır.

“Altı üstü arkadaş işte ne olacak ki” demeyin…

Arkadaşlar sizin dostunuzu belirlemede çok büyük yardımcı olurlar. Arkadaşlar sizin musibet görmenize katkı sağlarlar.

Hatta hayata bile hazırlarlar…

Ama dost öyle değildir. Dost, size akıl verir. Sizi satmaz ve satmanın nasıl bir şey olduğunu teorik olarak anlatır. Bu anlatımlarda belki başkalarının tecrübelerinden belki de kendi tecrübelerinden yararlanır. Ama tüm bunlara rağmen biz “tamam” der geçeriz.

Ta ki…

Gerçek bir satış olana kadar…

Bundan sonra , çok güzel dersler çıkarır hayatımıza buna göre yön veririz.

Tabi, bu durumlar dost dediğimiz kişilerinde bizi satmayacağı anlamına gelmez…

O zaman o dost sandığımız kişi arkadaş seviyesine iner…

Ve yine bu durumda ders çıkartır ve dostlarımızı buna göre seçeriz…

Dostların ne kadar kutsal olduğunu var sayarsak(ki kesinlikle öyledir); bu durum dost dediğimiz kişilerin bize kazık attığı zaman bile, ne kadar değerli bir işlev gördüğünü gösterir.

Malum, bir dost eğer size kazık atıyorsa bu sizin suçunuzdur. Çünkü “gerçek bir dostu” seçemediğiniz anlamına gelir…

Aslında, bu kadar anlattığım konuyu bir söz gayet iyi özetliyor…

“Bir musibet bin nasihatten iyidir…”



Dostluk, taraf olmaktır… Sen kötüde olsan iyi de olsan seni düzeltmek için elinden geleni yapmaktır…

Bırakın elinden gelmeyi, elinden gelenin fazlasını yapmaktır…

Ama her şeye rağmen pes etmemek sonuna kadar savaşmak demektir.

Bu yönüyle dostluğu, devrimciliğe benzetiyorum. Çünkü her ikisinde de asıl mesele pes etmemektir…

Dostluk, bu saydığım durumlardan ötürü dost olduğun kişinin her düşüncesini kabul etmek değildir. Ona bir şeyler eklemek ve kendine bir şeyler katmaktır. Çünkü “dostluk paylaşmaktır.”

Dostunuz ne kadar az, arkadaşınız da ne kadar çok olursa o kadar hayırlıdır…

VOLKAN KAHYALAR

13 Tem 2010

“Bir fişe bağlı olmayın!”

,
“Bir fişe bağlı olmayın!”

Teknoloji çağındayız bu güzel bir şey doğru…

Ama...

Ne derece doğru?

Aslında bu sorunun bir çok açıdan cevabı mevcut ama ben bunlardan sadece insan ilişkileri açısından gözlemlediklerimi yazacağım…

Sizlerinde her gün karşılaştığınız durumlar aslında bunlar…

Ve aslında bunlar saymakla bitmez. Bu yüzden bu yazıda genel bir özet geçeceğim…

Bir ev düşünün bu evin içinde yaşayan üç kişilik bir aile var…

Hatta biraz detaya girelim diyorum. Babada 1980 siyasal örgütlenmesinde yer alan bilinçli bir kişi olsun…

Anne, koyu bir cumhuriyetçi…

Çocuk ise Anne babanın düşünce sentezinden oluşmuş iyi bir Kemalist…

(Emin olun bu örneklerin hepsi doğru…)

Bu özellikler önemli çünkü: “bu şahıslar, ülkemizde ki basının taraflı oluşunun, halkın televizyon başından kalkmayışının ve basın yüzünden iletişim bozukluğunun hep karşısında olan karakterlerdir. “

Ancak…

Bu kişilerin kesinlikle kaçırmadığı en az 2 dizi vardır. Bu durum beyinlerinin gerilemesine sebebiyet verir.

Bunu nereden mi çıkardım?

Çünkü…

Belli bir zaman sonra dizi karakterlerinin yaptıklarını konuşup, ülkenin gidiş hattı yerine dizinin gidiş hattı konuşulur da ondan…

Peki böyle bir durumda çocuk ne yapar?

Özellikle büyük şehirlerde yayan çocuklar yalnızlıktan sıkılıp bilgisayarlarına geçmiş olurlar. “Sanal, gerçek dışı arkadaşlıklar kurarlar.”

Ailede iletişim en alt seviyelere iner. İletişim halinde ise, kimse bir birini anlamaz. Sesler yükselir, gerilim artar.

Hayat koşuşturmacısından karşı komşusunu bile tanımayan kişiler, daha aile içinde anlaşamıyor ki birde komşu ile anlaşabilsin…

Anlaşıyormuş gibi gözükür sadece…

Sahte gülücükler, yapmacık hareketler…

Bir yerden bir yere gittiğinde kullandığı otobüste gözünü ve kulağını I-pottan ayırmadığı için iletişim sıfıra iner. Tabi durum böyle olunca bu kişilerden saygıda beklenmez olur…

Bu durumlar mikrodan ülke sorunlarına kadar gider çünkü, ülke bireylerden oluşur. İşte bu yüzden çekirdek aile içindekiler önemlidir.

Eğer verdiğim örnekteki gibi çekirdek ailenin içindeki iletişimde kopukluk varsa, bu durum ülkenin gidiş hattını bile etkileyebilecek boyutlara gelir…

Bana kalırsa çözüm olarak elektronik aletleri günde en az 3 saat kapatarak ve önce kendimize daha sonra çevremize dönerek aşabiliriz.

Yazımı bitirmeden sizden bir ricam olacaktı…

Ben bu teknolojik hayatı bitkisel hayata benzetiyorum. Çünkü her iki hayatta da sonumuz bir fişe bağlı… Fişi çektiğimizde hayatımızda son bulur…

Sizden ricam, hayatınızın bir fişe bağlı olmaması… Yapabilir misiniz?



VOLKAN KAHYALAR

11 Tem 2010

Faşizm...

,
‘Faşizm sizce nedir?’ Bana bu soruyu soruyorlar…

Bende başlıyorum saymaya…

Faşizm, sadece ırkçılık değildir. Kendinden olmayanı kabul etmemedir. Burada ki kendinden kastım da: “Düşüncesi, ırkı, dini ne bileyim işte kendi ülkesinden olmayanı çeşitli şekillerde hakaretlere, fiili eylemlere maruz bırakarak. Kişiyi sindirmeye çalışmak…”

Bana kalırsa tüm faşistler aynıdır. Düşüncesi her ne olursa olsun bir birinden hiçbir farkı yoktur. Çünkü hepsi aynı yöntemi uyguluyorlar…

Mesela düşüncesi her ne olursa olsun kendinden olmayanı aşağılıyorlar, onları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar, onların çevresinde dolaşmamasını istiyorlar, onlara hakaret üstüne hakaret ediyorlar. Genellemeler yapıyorlar… Kimseyi olduğu gibi kabul etmiyorlar…

Aslında yapılması gereken çoğunluğun içinde azınlık olsa bile o azınlığı korumaktır. Onları genellemelerle sindirmemektir.

Bu durumu daha iyi anlamak için örnek üzerinden gitmek sanırım daha iyi olacak…

Aslına bakılırsa ülkemizde bu durum hakkında binlerce örnek bulunmakta…

Çingenelere, Ermenilere, Rumlara, Alevilere, Kürtlere… Daha sayamadığım nice düşünce, din, soy vs.lere yapılanlar…

Ama yine de tek örnek üzerinden gitmek istersek eğer. Sanırım buna en iyi örnek “Çingeneler olur…”

Çingenelere neden potansiyel hırsız gözüyle bakılır?

Neden onların insani yönleri konuşulmaz?

Sizler hiç onlarla konuştunuz mu? Ne istiyorlar? Nasıl yaşıyorlar? Dertleri nedir?

Siz onların ne kadar çok Cumhuriyetçi olduklarını biliyor musunuz?

Biliyorum bunları okurken bana ukala diyeceksiniz. Bilmişlik taslıyor da diyeceksiniz… Ama yerinizden kalkmadan kişilerle konuşmadan onlarla anlaşmadan nereden biliyorsunuz da onları sevmiyorsunuz. Hatta nefret ediyorsunuz?

E boşuna demedi Enistain: “İnsanların ön yargılarını kırmak, atomu parçalamaktan zordur”



“Ben televizyondan izliyorum o yetiyor bana” dediğinizi duyar gibiyim…

Şu zamana kadar habercilerin üstünde fazlaca durduğu hemen hemen her yere gittim. Ve şunu açık ve net gördüm: “Basın halkı yönlendirmek için müthiş bir araç. İstediklerini istedikleri gibi yansıtıyor”



Gidin en azından bir gününüzü ya da bir saatinizi o sevmediğiniz kişilere ayırın. İddia ediyorum tüm düşünceleriniz değişecektir… Lütfen en azından bir kere deneyin bunu…

“Unutmayın hepimiz Tanrının çocuklarıyız…” Kardeşçe yaşamak varken bu kavga ne diye? Bu çekememezlik ne diye?

Lütfen faşizmin faşizm doğurduğunu unutmayın! Ve bırakın bu saçmalıkları!
Kardeşliğin ne kadar güzel olduğuna, uzakta örnek aramayın! En yakınınıza “doğaya, bir bakın…” Orada kardeşliğin ne kadar güzel olduğunu anlatan o kadar çok şey var ki…

Eminim “ben bunu nasıl da görmedim diyeceksiniz…” Sadece bakın ve görün…

Kardeşlik için… Birlikte huzur içinde yaşamak için… Mutluluk için… Barış için sadece bir el uzatmak yeter…



VOLKAN KÂHYALAR

2 Tem 2010

Terör ve Diyarbakırın Aslanoğlu köyü

,
Diyarbakır...

Bir hafta boyunca Diyarbakır'ın Bismil ilçesinin Aslanoğlu köyünde TGB ile okul onarım çalışmasındaydım. Buraya gidinceye kadar bazı kanıtsadığım düşünceler vardı. Ancak bunların büyük çoğunluğu buraya gidince yıkıldı. 

Aslında buradan ayrılınca, çok gezen mi bilir? Yoksa çok okuyan mı? Polemiğine çok gezenin bildiğine karar kıldım. Gerçi bu, her gittiğim haber nitelikli yerlerde (tekel direnişi, çingene açılımı gibi) oluyordu. Ancak burada durum bu alıştığım durumdan fazlasıyla farklı oldu. 


Buraya gelince basının sadece şu anda gündeminde olan ama aslında ülkemizin her zaman gündeminde olan terör olaylarının neden arttığını, PKK 'nın neden büyüdüğünün, bunların büyümesini engellemek için ne yapılması gerektiğini cevaplarını buldum. 

PKK'nın büyüme sebebi ağalık sistemidir! 

PKK'nın büyümesinin sebebi, devetine kızan kişilerin ona katılmasıdır. 

Peki bu neden oluyor? 

Amerikanın seçmiş olduğu hükümetler, doğuda ve güneydoğuda iktidara gelmeki için aşiret ağalarıyla anlaşıyor. Daha sonra bu aşiretlerden aldığı oy potansiyelini kaybetmemek için bir daha bu aşiretlere karışmıyor. 

Aşiretler ise bunu fırsat bilip ezmiş olduğu, toprağına el koyduğu köylüyü köle gibi kullanıyor. Yani resmen ''EMPARYALİZME HİZMET EDİYOR'' 

Ancak bu aşiret sistemine baş kaldıran Aslanoğlu Köyü gibi köylerin zarar görmesi için ağalar ellerinden geleni yapıyor.Bu zarar vermelerde gerek silahlı mücadele gerekse hastalara zarar verme gibi aşağılık tüm işlevleri yerine getiriyorlar. 

İşte bu aradaki sistemde devletine güvenmek isteyen halk bu durumu devletine şikayet etmek istiyor. Devlet ise ezilmiş olan halkın yanında olacağına önceden oy pazarlığı yapmış olduğu ağaları tutunca bu haksızlığa dayanamayan halk bir umut olarak terörü (PKK'yı) seçiyor. 

Ki emin olun kim olursa olsun böyle yapar. İstediği kadar ''yok öyle şey yapmam'' desin. 

Ama Aslanoğlu köyü askerlerin onlara yapmış olduğu haksızlık ve zulme rağmen askerlerini seviyorlar. Onlar her şeye rağmen devletimize güveniyorlar. Güvenmek istiyorlar. Onlar terörün, ağalık düzeninin sona ermesi ile biteceğini adları kadar iyi biliyorlar! 

Hatta bana kalırsa buna en iyi örnek ağanın yaktırmış olduğu anız yangınını birlikte söndürürken '' Yaşasın Cumhuriyet, yıkılsın ağalık! '' sözüyle anlıyabiliyoruz. 

Doğru, onlar her zaman silah taşıyorlar. Ama bunu sadece savunma amacıyla yapıyorlar. Ki bu durumu en iyi '' silahtan nefret ediyoruz. Sadece ağanın adamlarına karşı olabilecek şeylerlerde kullanmak için taşıyoruz.'' Demelerinden anlıyorum.  

Bunun yanında bu köy 8 şehit vermiş. Ancak buna rağmen yılmıyor, davalarından vaz geçmiyorlar. 

"PKK' ya bir tane bile insanımız gitmedi gitmezde! " diyorlar kararlılıkla. 

Anız yangını bu köyde en az haftada iki kere ağanın adamları tarafından yapılıyor. Ama muhtar Mehmet ağbey kararlılıkla "yenilmeyecez, direneceğiz ve kazanacağız.Eğer onun yaktıklarını durmadan söndürmezsek ağa kazanır. O zaman bu toprakları kaybederiz." Diyor...

Bu resmen emparyalizme baş koymadır! 

Terör, toprak reformu ile biter! 

Terör, iş istihdamı ile biter! 

Törör, eğitim ile biter! 

Biliyorum bu sözleri çok kitaplardan okudunuz. Ama görünce daha farklı oluyor. 

Ne gibi mi? 

Mesela,buraya gidince şunları görüyorsunuz: Bu köy kürt köyü olmasına rağmen bizler "kürt türküyüz! Sizler farklı şehirlerden geldiniz. Ama hepimiz bizim kardeşimizsiniz!" demeleri ve bunun yanında köyün büyük dedesinin bir türk eşi var. "Bakın gördünüz mü biz ayrım yapmıyoruz" der gibi... Aslında bu durumlar terör olaylarının çözümüne bir cevaptır. 
 
Mesela, eğitimin önemini çok iyi biliyorlar. Köylerine okul yapılmasına sonuna kadar destek veriyorlar. 

Mesela, misafir olarak her kim olursa olsun o istediği kadar bu köyde misafir kalabilir. "Başım gözüm üstüne" diyorlar. 

Bana kalırsa terörün büyümesine engellemek için "Aslanoğlu" köyünde sadece 1 hafta vakit geçirmek bile yeterli.

... 

VOLKAN KAHYALAR 
 

1 Fikir Ver ! Görüş, Yorum, Anlayış farkı... Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger Templates