26 Ara 2010

Fark var(!)

,
Neden yola çıktın bu genç yaşta?

İnandığım dava uğrana mücadele veriyorum. Sizin yüzünüzden mücadele veriyorum.

Nereye gidiyordunuz?

Devrime

(Eliyle duvardaki haritada Sivas’ı işaret ederek) Devrim o tarafta mı?

Devrimin o tarafı, bu tarafı yoktur. Her taraftan gelir.

Parayı ne yaptın?

Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu paranın gereğini yapacaktır.

Halk Kurtuluş Ordusu nedir? Türkiye’de bir tek ordu vardır o da Cumhuriyet ordusudur

Hükümetinizin istifasından belli.

İşte bu pejmurde adam Türkiye Halk Kurtuuş Ordusu’nun kahraman kumandanıymış. İyi bakın kılığına kıyafetine suratına.

Kahramanım tabii.

Kimin kahraman olduğu belli olmadı mı?

Belli oldu. Kahraman olduğunuz için istifa ettiniz değil mi?
...

Bu diyoloğu herkes bilir...

Bir tarafta Deniz Gezmiş diğer tarafta eski İçişleri Bakanı Haldun Menteşoğlu'nun olduğu bir diyalogtu bu...

Ama bu diyologun bir benzeri geçen gün Celal Bayar üniversitesinde tekrar oldu...

Tek bir farkla...

Birisi iç işleri bakanıydı diğeri rektör...

Ama zihniyet aynı zihniyet...

İşin içine birde ülkemizdeki atamalarda yapılan karmaşayı, ya da başka bir değişle “kendinden olanı” atamayı koyarsak işin vahimiyetini farkında mısınız? Demeden geçemeyeceğim...

Hele hele “YÖK başkanının herkes af kapsamına alınacak açıklamasından sonra” yeni atanan rektörün , “bizden olmayanı ne olursa olsun atarız!” Der gibi davranır bir açıklamayla: “Sizler Atatürk'ten görev alamazsınız. Cumhuriyeti savunacaksam ben savunurum. Net bir şey söylüyorum size. Siyasi slogan atarsanız, kimliklerinizi toplarım. Üniversiteden atarım hepinizi”. Demesi bu durumun cabası...


VOLKAN KAHYALAR

12 Ara 2010

İkinci melemen olayı!

,
Yumurta eylemleri artmaya devam ediyor...

Yakında yumurta okullarda yasaklanacak...

Kantine bile sokulmayacak şu yumurtalar...

Ruhsatsız silah taşımak gibi suç unsuru olacak ruhsatsız yumurta taşımak...

Hatta demedi demeyin Yarın gazetelerde ve tüm haberlerde meşhur Ümraniye baskını gibi yumurta üreticilerine Ergenekon operasyonu kapsamında yapılan baskın sonrasında şu manşet atılacak: “Melemen olayı - 2”

Haberin detayı da şöyle olacak: “Polis dün gece saat 02:00 sıralarında Ergenekon operasyonu kapsamında yapmış olduğu eş zamanlı baskında Van,Diyarbakır,İstanbul,Ankara,İzmir'de çeşitli evlerde yaklaşık yüzer koli yumurta bulundu. Yumurtaların üstünde ki seri numaları silindiği için TSK'da ki bir grup subaydan şüpheleniliyor.” Daha önce de aynı semtte 20 koli yumurta bulunmuştu...

Yok artık dediğinizi duyar gibiyim...

Şu zamana kadar hangi kanal olursa olsun, hatta yandaş olsun yahut olmasın... Konu Hiçbir şekilde yumurtanın neden atıldığını değil; aksine bu olaya konu olan yumurtayı üreten üreticilerine dayandırılınca bu anlattıklarım sizede eminim mantıklı gelecektir!

VOLKAN KAHYALAR

27 Kas 2010

Sizce?

,
Aslında her şey 3 komutanın görevden alınması ile başladı...
Her ne kadar bakanların komutanları açığa alma yetkisi olsa da. Bu olayda, özel bazı durumlar vardı...
Şöyle ki...
Balyoz darbe planına karıştıkları iddia edilen komutanlar TSK iç tüzüğü gereğince atamaları yapılamaz.Buraya kadar her şey normal...
Ancak iş, bu TSK personellerinin kendi haklarını yüksek askeri mahkemesinden talep etmesiyle karıştı.
Çünkü mahkeme, komutanların lehinde karar verdi...
Hükümet ise, “Sen benim kararıma nasıl karşı karar alırsın” der gibi 3 komutan’ı görevden alıyor...
Ancak,bu olaya hiç düşündünüz mü? Hükümetin bu hareketi, nelerin başlangıcını beraberinde getiriyor?
Aslında bunu cevabını, bugün Taraf gazetesi manşetinde verdi...
Aynen şöyleydi manşeti: “Genel kurmayın tabelası inecek!”
Şöyle ki...
Komutanların kazandıkları bir askeri mahkeme kararını,sivil yönetim kabul etmediğine göre bu durum 3 komutan’ın görevden alınması değil 2 kurumun çatışması anlamını taşıyor...
Yada şöyle diyeyim: “Hükümet, askeri mahkemeye; sen ne dersen de ben bildiğimi okurum” demiş oldu resmen...
Peki bu durum, sizce ileri ki zamanlarda Taraf gazetesinin manşetini attığı durumun gerçekleşeceği anlamına gelmiyor mu?
Bilmem anlatabildim mi?
VOLKAN KAHYALAR

26 Kas 2010

"Pes!"

,
Memlekette ne kadar çok terzi varmış öyle…

Herkes düğmeyle yatıyor,düğmeyle kalkıyor…

Düğmenin başında kim olacakmış…

O sözünü geçirmiş, bu geçirememiş,o yüzden düğme ondaymış bunda değilmiş…

NATO toplantısı öncesinde ve toplantı sürerken konuşulan durumlar bunlar…

Bide toplantı bittikten sonra ki kısım var…

Gizli anlaşma yapılmışmış…

Yahu bir Allah’ın kulu çıkıp da demiyor ki: “Emperyalizm bu! Düğmenin onda bunda olması ne fark eder ki?!”

Yada birisi çıkıp demiyor ki: “Bu füzeyle 92 yılında şehit olan askerlimizle ırakta ölenler arasında insanlık namına ne fark var?”

Yahut demiyor ki: “Emperyalizm bu; dil,din,ırk fark etmez ki?”

Veya

Birisi çıkıp:“Dışişleri müsteşarı: “Amerika’nın Ortadoğu karakolu olacağız” dediğine göre bizde resmen emperyalizm’e hizmet etmiş ve Ortadoğu da ölen herkesten sorumlu olmuyor muyuz?” Demiyor…

Ama bazı kişiler, tüm bu olanlara rağmen emperyalizmle savaşan Lübnan’a gittiği zaman krallar gibi karşılanıyor!

“Pes!”

VOLKAN KAHYALAR

25 Kas 2010

"Utanıyorum!"

,
“Kamu malı olan hapishanenin zarar gördüğünü düşündüğümüz için mahkemenizde tanıklık yapmak istiyoruz.”



muhtemelen böyle demiştir Adalet ve Dış işleri bakanlıkları adına (daha doğrusu devlet adına )Bayrampaşa cezaevinde olan katliamın mahkemesinde hazine vekili Nilgün Güvenç...



Çünkü Nilgün Güvenç'in mahkemeye talebi bayrampaşa cezaevinde olan katliamda ölen kişilere yönelik değil aksine bu davada kamu malının zarar görmesine yönelikti...



Ben bu durumu öğrenince hemen aklıma eski bir röpörtajda Abdullah Öcalan'ın söylediği sözü geldi...



Aynen şöyle diyordu: “Çocuklara sıkılan kurşunlara karşıyım.”



Muhabir söze açıklık getirmek için “neden peki?” Diye bir soru sormuştu..



Abdullah Öcalan'ın sözü çarpıcıydı: “kurşuna yazık,israf olmasın! Çok maliyetli oluyor onlar bize!”



...



Bu sözü okuyunca kanım donmuştu...



Bana göre;



Devleti mahkemede temsil etmek isteyen bir kişinin bu sözleri ifade etmesi devletin düştüğü “zihniyetin” Abdullüh Öcalan'ın zihniyetinden farklı olmadığını açık bir biçimde göstermektedir!



Çok yazık!



Sizin yerinize “utanıyorum!”



...



VOLKAN KAHYALAR

24 Kas 2010

Sabun!

,
Madımak oteli devlet tarafından satılacakmış…

Ne güzel…

Ben bir “faşist” olsam hemen satın alırım orayı...

Ve hemen sabun fabrikası kurarım orada aynı Hitler gibi…

Kapısına önce “Bismillah” sonra da altına “Ya sev ya terk et” yazarım…

Evet evet bunların hepsini yaparım ben…

Nasıl olsa faşizm dizilerle, basınla, güdülen politikalarla yeterince revaçta…

Hem mahkemelerde artık eskisi gibi değil. Çıkarılan yeni yasalarla isteyen istediğini kesebiliyor, biçebiliyor hatta dikebiliyor bile…

Hem de baksanıza ülkede katliamların haddi hesabı da olmamaya başladı…

Ölen gazeteciler mi dersin…

Aydınlar mı dersin…

Halk mı dersin…

Askerler mi dersin…

Polisler mi dersin…

Yoksa

Kemalistler mi?

Yani anlayacağınız moda oldu artık böyle şeyler yapmak…

“ee o zaman modaya uymak lazım…”

En iyisi sabun fabrikası sabun!

VOLKAN KAHYALAR

20 Kas 2010

Bu haber ağlatır!

,
Belki duymuşsunuzdur. Çevik kuvvet artık yerli biber gazı kullanacak...

Hadi hayırlısı...

Çevik kuvvetin kullandığı bibergazı çok maliyetli olmaya başladığı için emniyet aldığı yeni karar ile yerli biber gazı kullanmaya karar verdi.

Ne mutlu bize!

Artık huzur içerisinde göz yaşartıcı bombalar yiyebilir herkes...

İstediği kadar da ağlayabilir...

Polis ise, huzur içinde aynı 1 Mayıs'da yaptığı gibi hastaheneye gaz bombası atabilir...

Hem zaten çok masraflı diye az atıyorlardı gaz bombasını “hakkını arayanlara” daha az atar şimdi...

Ayrıca böylece hastalarda huzur içinde hastalığını unutup “yaşasın yerli malı bu!” diye sevinç gösterisi yapabilir...

Haklarını yemiyelim iktidarın. “Yerli malı kullanın” diye az söylemediler...

Gerçi biz bulamıyorduk o bahsi geçen “yerli malını” ya oda ayrı bir konu...

Malum başbakanımız, “Devletçilik mi kaldı artık” deyip “özelleştirmelerin devam edeceğinin sinyallerini vermişti.”

Hal böyle iken gaz bombasının yerlisini alacaklarının haberini duyunca şaşırdım açıkcası...

Kendi kendime “demek ki varmış yerli olan bir şeyler” dedim...

ee ne diyelim o zaman: “Allah gaz bombasının da özelleştirilmesini nasip etsin! Yoksa diğer bombalar arkasından ağlar Maazallah!”

VOLKAN KAHYALAR

18 Kas 2010

!!

,
Farkında mısınız? Başlıklı yüzlerce yazı çıktı. Dikkat etmişsinizdir…

Ve yine dikkat etmişsinizdir. Bu başlıklara ait olan yazılar genellikle “Cumhuriyet tehlikede” farkında mısınız? İle başlayıp yine bu cümle ile biter…

Peki ya gerçek nedir? Bunun cevabı için soruya soru ile cevap vermek gerekiyor.

Cumhuriyet nedir?

Biraz Cumhuriyetin tanımı üzerinde araştırma yapılırsa şu ortak tanıma ulaşılır: “Başta devlet başkanı olmak üzere devletin başlıca temel organlarının belli aralıklarla yenilenen seçimlerle göreve getirildiği yönetim biçimidir.”

Tanım böyle der iken şu anki gerçek sistem böyle midir peki?

Hayır derseniz eğer sanırım sizin oluşan “kadrolaşmadan” haberiniz yok…

Burada tek tek bunları açıklamaya lüzum yok…

Biraz araştırma yaparsanız zaten göreceksiniz…

O halde son söz olarak şunu demek yerinde olur sanırım: “Cumhuriyet mi kaldı ki tehlikesi kalsın?”

VOLKAN KAHYALAR

İnşaatçının suçu ne?

,
Albay Dursun Çiçek’i herkes bilir.

Nasıl bilmesinler. Ergenekon’dan içeri gire çıka gire çıka askerlik görevini bırakıp gardiyanlık görevini yapmaya başlarsa şaşırmayın…

Bide inşaat işçisi Çiçek var…

Onu pek kimse bilmez ama…

İnşaat işçisi kendi parasını kazanmaya çalışan emekçi bir abimiz…

Ama Ergenekon’a göre daha düne kadar inşaat işçisi Çiçek abimiz, darbe yapmaya girişme şüphelisi olduğundan dolayı telefonu dinlendi…

Yani inşaat işçisi Çiçek abimiz usta başıyla yahut şefiyle harç muhabbeti, Ergenekon iddianamesinde suç unsuru olarak yer aldı…

O değil de acaba dinleyenler, inşaat işçisi çiçek abimizi her usta başıyla konuşurken; her harç dediğinde “şifreli mi konuşuyor acaba?” diye soru işareti mi sordular yahut şüphelendiler?

Yok abarttın o kadar da değil demeyin çünkü, kişilerin “makarna muhabbeti” bile iddianame de yer alıyor.

Hadi onu da geçtim Dursun Çiçek iddianame’ye itirazı avukatları tarafından yaptığında acaba “Bu iddianamede geçen kişi müvekkilimiz değil aksine inşaat işçisi çiçektir.” Dediğinde mahkeme ne diyecek?

Yahut tam tersi olarak düşünecek olursak eğer “inşaat işçisi Çiçek’in suçu ne? Harca az su koymak mı?”



VOLKAN KAHYALAR

14 Kas 2010

Yüksek bilinç(!)

,
Adı Celalettin…

Sinir hastası…

Tedavi görüyordu yakın zamana kadar…

Ancak tedavi başarısızlıkla sonuçlandı…

Adı Hüseyin… (Yahut Mahmut ne fark edecekse artık…)

Ortaköy’e gelmiş ve bir boğaz köprüsü’nün önünde fotoğraf çektirmek istiyor…

Makineyi çıkartıyor…

Bide bakıyor ki adını bilmediği (ki o Celalettin) birisi intihar girişiminde bulunuyor…

Çok heyecanlanıyor bizim Hüseyin…

Nede olsa sadece ekranlarda görmüştü birisinin öldüğünü…

Yahut tavuk keser gibi insan kesildiğini ilk defa televizyonda görmüştü…

Ama artık canlısını görmüştü karşısında…

E o zaman kaçar mı bu pozisyon?

Hemen davranıyor makinesine bizim Hüseyin…

Sonra…

Şüpheli bir paket Havalimanı önünde…

Polise haber veriyorlar…

Bomba imha ekibi geliyor…

Bizimkisi hemen meraklanıyor tabi…

Ee haklı tabi, arkadaşlarına anlatacak bizimkisi nasıl bomba gördüğünü düşünsene havayı… Kahveye girerken filan… Herkes onu parmakla gösterecek…

Farkındaysanız Celalettin’in intihar girişimiyle aynı karede yer almakla bu havalimanı olayının arasında hiçbir fark yok!

Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Peki bu saçmalıklar nasıl oluyor?


Soruya soru ile cevap vermek gibi olacak ama yinede…
Soruyorum size: “Dünya da bu kadar çok dizi izleyen kaç tane millet var?”

Ve unutmayın ki dizilerde çok kolay adam öldürülüyor, ve çok kolay adam ölür…
Bunun yanında bide siz bilinç altı ne demek bilir misiniz?



VOLKAN KAHYALAR

8 Kas 2010

Go home Türkiye!

,
Türkiye nereye gidiyor?

Tüm haber ve tartışma programlarında bunu sürekli ama sürekli tartışılıyor…

Sahinden, Türkiye nereye gidiyor? Hatta ne gidiyoru resmen gitti?!

Aslında çok söyledik ama…

Demek ki suç bizde ki anlatamamışız! Sadece anlattığımızı zannetmişiz…

Türkiye’nin bunca zaman nereye gittiğini bir türlü anlatamamışız ki herkes ama herkes bu soruyu soruyor ve bir türlü cevap bulamıyor!

Gelin anlamayanlar için bu durumu birde şöyle anlatayım…

Türkiye nereye gitti biliyor musunuz?

Türkiye, attaya gitti…

E ne güzel işte biraz hava alır, gelir…

İyi de Türkiye, evine dönmek istemiyor ki…

Zaten sorunda burada…

Türkiye’nin gittiği yerde parası bitiyor…

Parası bitince ne olacak peki?

Aç kalacak…

Aç kalınca ne olacak peki?

Bildiğiniz üzere önce sinirlenir…

Sonra sağ sola sataşmaya başlar “bana yemek verin” diye…

Sonra…

Sonra, dayak yer oturur aşağı…

E ne yapmak lazım o zaman?

Türkiye’yi eve dönmesi için ikna etmek lazım…

Nasıl olacak peki o?

Bunu benden iyi siz biliyorsunuz aslında !

Bana sormayın boşuna…

VOLKAN KAHYALAR

4 Kas 2010

İKTİSAT "KANUNU"

,
İktisat basittir aslında…



En azından hayat bazında…



Para eşittir huzurdur.



Bu denklemi açarsak eğer. Paran varsa hiçbir derdin yoktur. O yüzden uzun yaşarsın…



Uzun yaşamak yetmez, mutlu da yaşarsın…



O da yetmez kültürlü ve dolu dolu yaşarsın…



Bu böyle gider. Sonu yoktur yani…



Yani para eşittir huzur o da eşittir sonsuzluk…



Fakir içinse durum farklıdır…



Para eşittir “çokomel”dir.



Yahut, çokomel eşittir “paradır.”



Yani bu denklem aslında bir önceki denkleme bağlıdır…



Dünyada kıt kaynak olduğu palavradır. Çünkü para hiçbir zaman kıt kaynağı görmez…



Al sana İktisat teorisi!



Hatta ne teorisi ne İktisatı! Resmen bu Hayatın yasası!



VOLKAN KAHYALAR

2 Kas 2010

İstanbul, "duy sesimi!"

,
Tarihin cilveleri çoktur...

Bunlardan bir taneside hatta bana kalırsa en önemlisi de 1.Dünya savaşının Çanakkale cephesinde gerçekleşmiştir.

...

İtilaf devletlerinin ülkemiz için gösterdiği çok büyük çabalara rağmen savaşı Türkiye halkı çok ama çok büyük fedakarlıklarla kazanmış ve Dünya tarihinde emperyalizmi yenen ilk ülke olarak adını tarihe kazanmıştır.

Ancak tüm bunlara rağmen savaşı müttefiklerimiz kaybedince gösterdiğimiz büyük başarılar boşa gitmiş ve o savaşarak geçemedikleri cepheyi kolaylıkla daha sonra geçmişlerdir.

Sonra...

Bunca zaman birlikte savaşan itilaf devletleri, konusu iki kıtayı bir birine bağlayan İstanbul olunca tam anlamıyla bir birlerine girmişlerdir.

İstanbul'u semt semt bölmüşler. İstanbul halkı, bir semtten ötekine geçerken kendi memleketi olmasına rağmen pasaportsuz geçemez olmuştur...

Hal böyle iken tekrar çok büyük fedakarlıklarla Atatürk önderliğinde Kurtuluş savaşı başlatıp çok büyük fedakarlıklarla bu savaş da kazanılmıştır.İstanbul tekrar eski haline dönmüştür.

Bunları neden anlatıyorum?

Çünkü İstanbul, bahsettiğim üzere çok önemlidir. Gerek coğrafi gerekse manevi açıdan...

Hatta bu şehir için ne kadar savaşlar verildiğini tarih boyunca uzun uzun anlatmaya bile gerek yok... Zaten biliyorsunuz...

Hal böyle iken, bu kadar önemli bir şehrin iki yakasını bir birine bağlayan sadece iki bağlantı var...

Bunlardan birincisi köprüler...

İkincisi İDO (İstanbul Deniz Otobüsleri)

Ve bunlardan ikisi de özelleştirilecek. Hemde en fazla 6 ay içinde...

O değilde...

Acaba 6 ay sonra bizler İstanbul'un Anadolu semtinden Avrupa semtine geçemiyecek miyiz?

Siz zaten cevabını biliyorsunuz...

“ee ne yapacağız peki?” Mi diyorsunuz? O zaman az önce okuduğunuz özet yakın tarihimizi bir daha okuyun derim...

VOLKAN KAHYALAR

28 Eki 2010

Selam olsun size Cumhuriyet düşmanları!

,
Selam olsun size Atatürk’ü önceden anlamayan ve halende anlamamakta direnenler…

Selam olsun size “Şeriat isteruk” diye bir yerlerini yırtan ancak Şeriat’ın daha ne olduğunu anlamayanlar!

Selam olsun size Atatürk’ü daha tanımadan Kuran-ı kerim’e bastığı palavrasını uyduranlara!

Selam olsun size Kuran-ı Arapça okurken anlamayan ama Atatürk sayesinde artık okuduğunu anlayan ama yinede çıkıp dinimizin diline karışıyorlar diyebilenler!

Selam olsun size futbol futbol diye bir yerlerini yırtıp aynı söz konusu vatan olunca da önce takımım sonra vatanım diyebilecek kadar düşebilenlere selam olsun!

Selam olsun size lafa gelince Cumhuriyetçi ama iş icraate gelince hiçbir şey yapmayan sadece çalmak ve kolay yoldan para kazanmak için her şeyi deneyenler…

Selam olsun size sürekli para alan ama para vermeye gelince bir kuruş vermeyen sözde Cumhuriyetçi patronlar!

Selam olsun size magazin vere vere insanların beynini saman yapan gazeteciler!

Selam olsun size, şehit analarını ağlata ağlata gözlerinden yaş değil kan fışkırtan göz pınarlarını kurutan sonrada utanmadan çıkıp analar ağlamasın diyebilenler…

Selam olsun size, bugün terörü sadece Kürtçülük olarak görenler…

Selam olsun size, satılık kalemler…

Selam olsun size, halkın parasını kendi parasıymış gibi yatlar katlar alanlar…

Selam olsun size örflerimize adetlerimize karışanlar…

Selam olsun size, Türk dilinin içine edenler…

Selam olsun size, “barış” karşıtları…

Selam olsun size, O’cu Bu’cu diye ülkeyi önce ayıranlar sonrada utanmadan gelip “bizde O’cu Bu’cu yoktur. Biz kardeşliği istiyoruz.” Diyenler…

Selam olsun size, Demokrasi demokrasi diye bir yerlerini yırtıp sonra demokrasi adına hiç ama hiçbir şey yapmayanlar!

Selam olsun size, Yök’ü ele geçirmeden Yök karşıtı olan. Ancak Yök’e kendi adamlarını yerleştirdikten sonra Yök’çü olanlar!

Selam olsun size, işine gelince Türkiye hukuk devleti işine gelmeyince bu ülkede hukuk mu var sanki! Mantığıyla ilerleyen geri zihniyetler!

Selam olsun size, vatanın birlik ve beraberlikten geçtiğini anlamayan ve bunu faşistlik olarak gören zihniyetler…

Selam olsun size, Askerleri içeri tıka tıka terörle silahlı mücadele yapabilecek kişi bırakmayan zihniyet…

Selam olsun size, Zonguldak da ki ölen madencilerimiz için “iyi öldüler” diyen zihniyet…

Selam olsun size, kadınlarla erkeklerin neden eşit olduğunu halen anlamayan zihniyetler…

Selam olsun size, donumuzu bile özelleştirenlere…

Selam olsun size, kendi dinleyince “özgür sistem” başkası dinleyince “suçlu sistem” diyen zihniyete…

Selam olsun size, Su akar yolunu bulur diyen gerçek vatanperver’i öldüren kirli eller…

Selam olsun size, dini kullananlar…

Selam olsun size, dini siyasete alet edenler…

Selam olsun size, Tam bağımsızlığı savunanları astıranlar sonrada buna üzülmüş “gibi” yapanlar!

Selam olsun size, Ülkeyi tam bağımlı yapmak için elinden geleni ardına koymayanlar!

Selam olsun size, önce ormanı yanan köylüye merak etmeyin size ev vereceğiz diyip sonra TOKİ yaptırıp en sonunda da işte ev yaptık size kredi ile ev verebiliriz diyenler…!

Selam olsun size Cumhuriyet bayramını sadece tatil olarak gören zihniyet!

Selam olsun size…

Size bir türlü yıkamadığınız Cumhuriyetden çok büyük, anlayamayacağınız kadar büyük hem de kocaman bir Selam getirdim!

Suratınıza tokat gibi çarpacak O nefret ettiğiniz sanki bir yerlerinize “batıyormuş” gibi hareket ettiğiniz Cumhuriyetin kurucuları olan Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından, taşıması ağır bir selam getirdim!

Selam olsun size! “Vatansızlar!”

VOLKAN KAHYALAR

24 Eki 2010

Kılıçdar'ın durumu ne olacak?

,
Kaset olayının hemen sonrasında yazdığım yazımda: “Kılıçdaroğlu'nun devlet adamı olduğuna inandığımı ancak sistemin onu yok etmeye çalışacağını”belirtmiştim...

Yanılmışım...

Sistem kılıçdaroğlu'nu yok etmedi. Aksine onu kendi tarafına çevirdi...

Artık Kılıçdaroğlu'nun iktidara geleceği konusunda güvenim tam...

Bunu, Kılıçdaroğlu'nun türbanna karşı verdiği tepkiden, ABD'nin Ecevit iktirarında ekonomi'nin yok olması için gönderilen (yani ABD'ye göbekten bağlanmak için) ki daha sonra ekonomi bakanı olan Kemal Derviş'den destek istemesinden, AB'ye gidip partisine destek istemesinden ve iktidar ile Baykal kadar zıtlaşmamasından anlıyabiliyorum...

Aslında sadece bu sebepler olsa iyi...

Ama değil...

İktidara bir türlü gelemeyn Baykal bu saydıklarımın hiç birisini yapmamıştı...

Bunun yanında bazı güçlerin, “oy kullanacağını bile unutan” ve “arkadaşlarımız çalışıyor bu konuda diye diye insanları fazlasıyla oyalayan ancak sonunda tek kelimeyle fıs çıkan” projeleriyle sistemin başbakan olmasını isteyebilecek sayılı adaylardan bir tanesi...

Ki bunu en iyi ABD'de bile W.Bush kadar “zeki(!)” birini başa getiren sistemden anlayabilyoruz...

Seçim öncesi prova olan referandum da her ne kadar evet çıksada AKP'nin nasıl hezimete uğradığını ve oy kaybettiğini söylemiştim... Bu beklediğim bir sonuçtu. Bu durumu önceki yazılarımda belirtmiştim...

Önce ki yazılarımda da belirttiğim gibi ABD'nin başına hangi iktidar gelse ABD'ye direk yahut dolaylı bağlı olan her iktidar kaybeder. Yerine ABD iktidarı ile anlaşabilecek iktidarlar kazanır...

Bunu “Özal dönemine de benzetebiliriz. Çünkü Özal'a da ölene kadar hiç gitmeyecek demişlerdi. Ancak ABD iktidarı değişti ve Özal'da değişti...

...

Sonra...

Kaset olayından hemen sonra yazdığım gibi Baykal'ın çıkıp “Florida da ki dostuma teşekkür ediyorum” demesi yıllardır görevde olan Baykal'ın gitmesi ile “böyle muhalefete can kurban” diyen iktidarın gitme seslerinin başladığının göstergesidir.

Her ne kadar, her zaman olduğu gibi CHP'nin satılık üst kesimi ABD'ye yanaşsa da alt aydın kadro ülkenin aydınlanması açısından emperyalizme tehdit oluşturduğu için önceden de belirttiğim gibi CHP'nin yanına milliyetçi bir partiyi'de yani MHP'yi koyacağının göstergesidir. Ancak oy kaybının çok büyük olduğu (Ki bunu seçim öncesi referandumda görebiliyoruz) bu partinin tepki oyların tekrar kendi tarafına çekmesini sağlamak için bir şekilde yakın zamanda bahçeli gidecektir...

Tüm bu sebepler Kılıçdar'ın iktidara gelmesini sağlayacaktır...

Bu genel tekrar gibi olan yazımda, bana “Kılıçdar hakkında ne düşünüyorsun?” Diyenlere yönelik bir cevap niteliğindedir...

VOLKAN KAHYALAR

23 Eki 2010

Çok kısa...

,
Napalyon bir gün bir savaşa girer. Ancak bu savaşı kaybeder.

Hemen bu vaziyetin sebebini öğrenmek için komutanını çağırır.

“Neden savaşı kaybettik?” Diye sorar.

Komutan: “Efendim üç sebebi var.” Deyince

Napolyon hemen meraklanıp sorar: “ Nedir bu 3 sebep?”

-Efendim, birincisi topumuz bitti...

Napolyon, komutan daha 2. sebebi söylemeden hemen araya girer.

Ve şöyle der: “Tamam o zaman diğerlerini anlatmana bile gerek yok...”

...

Ben bu hikayeyi neden anlatıyorum?

Çünkü, Avrupa'nın yahut gelişmiş her hangi bir ülkede yapılan her hangi bir “yanlış” hareket sonucunda hükümet yahut vekil istifa ederken, başta iktidar olmak üzere bizde her kim olursa olsun böyle bir şey yapmıyor...

Ancak “lafa gelince” birileri çıkıp “Avrupa'nın terbiyesizliğini aldık. İlimini bilmini aklını değil” demesini gayet iyi biliyor...

Kim olduğunu söymeyiceğim çünkü sizler kim olduğunu gayet iyi biliyorsunuz...!

Bana kalırsa tek bu sebep bile “birilerini” sevmemem için yeterde artar bile...

Aynı Napolyon'un “diğerlerini anlatmana gerek bile yok” dediği gibi...

Not: Bir tarafın “elemanları” bana çıkıp neden sevmiyorsun daha açık anlatır mısın?” Diyebilmelerini engellemek için eski yazılarımı okumalarını tavsiye ediyorum. Çünkü kimse kusura bakmasın o “birilerinin” yaptığı hataları bir yazıda sayacak kadar vaktim yok...

Bilmem anlatabildim mi?

...

VOLKAN KAHYALAR

Çok kısa...

,
Napalyon bir gün bir savaşa girer. Ancak bu savaşı kaybeder.

Hemen bu vaziyetin sebebini öğrenmek için komutanını çağırır.

“Neden savaşı kaybettik?” Diye sorar.

Komutan: “Efendim üç sebebi var.” Deyince

Napolyon hemen meraklanıp sorar: “ Nedir bu 3 sebep?”

-Efendim, birincisi topumuz bitti...

Napolyon, komutan daha 2. sebebi söylemeden hemen araya girer.

Ve şöyle der: “Tamam o zaman diğerlerini anlatmana bile gerek yok...”

...

Ben bu hikayeyi neden anlatıyorum?

Çünkü, Avrupa'nın yahut gelişmiş her hangi bir ülkede yapılan her hangi bir “yanlış” hareket sonucunda hükümet yahut vekil istifa ederken, başta iktidar olmak üzere bizde her kim olursa olsun böyle bir şey yapmıyor...

Ancak “lafa gelince” birileri çıkıp “Avrupa'nın terbiyesizliğini aldık. İlimini bilmini aklını değil” demesini gayet iyi biliyor...

Kim olduğunu söymeyiceğim çünkü sizler kim olduğunu gayet iyi biliyorsunuz...!

Bana kalırsa tek bu sebep bile “birilerini” sevmemem için yeterde artar bile...

Aynı Napolyon'un “diğerlerini anlatmana gerek bile yok” dediği gibi...

Not: Bir tarafın “elemanları” bana çıkıp neden sevmiyorsun daha açık anlatır mısın?” Diyebilmelerini engellemek için eski yazılarımı okumalarını tavsiye ediyorum. Çünkü kimse kusura bakmasın o “birilerinin” yaptığı hataları bir yazıda sayacak kadar vaktim yok...

Bilmem anlatabildim mi?

...

VOLKAN KAHYALAR

19 Eki 2010

Evet sayın "seyirciler!"

,
Şimdi haberler...

Abdullah gül soyadından da anlaşılacağı üzeri yine gülüyor. “Sanki Cumhuriyet çok iyi yerdeymiş gibi...”

Arınç ise yine,

Her zaman ki gibi...

Sürekli...

Her daim...

Monoton bir halde...

Tekrar tekrar ağlıyor... Aynı Fetullah gibi...

Hazır Fetullahtan girdik devam edelim sayın “seyirciler”...

Fetullah Gülen, bu sefer amerikanın isteği üzerine “gülmeye” başladı...

Peygamberin vefatına üzüldüğünü söyleyip sürekli ağlayan Fetullah, bu seferde Obama'nın onu taktir ettiği için, KPSS ile Türkiye'ye adamlarını önemli yerlere yerleştirdi ve yargı kontrolünde diye sevinçten kahkalar attı...

Sonunda da ağlamaya çok alışan Fetullah, bu seferde sevinç göz yaşları döktü...

Kılıçtaroğlu: “Fetullah aslında iyi birisidir” dedi.

MEB bakanı, “kızlar neden okuyor? Samimi söylüyorum. Evde oturup koca beklesinler” dedi.

Bahçeli tahriklere kapılmaması için

Yine...

Her zamanki gibi...

Her daim...

Tekerrür eder gibi...

“Hiç bir şey söylemedi”

Başbakanımız Tayip Erdoğan, “herkes eşittir ama erkekler daha eşittir.” Dedi...

Ve sayın “seyirciler”

3.Köprünün adının 5. köprü olarak konulacağı bildirildi. Bu açıklama acaba 4. ve 5. Köprü de mi yapılacak? Sorularını da beraberinde getirdi...

Spor bakanı; “Halkımız, hep avrupanın terbiyesizliği, piçliği,pezevenkliğini mi alacak! Birazda onların kazanmış olduğu derecelerini alsınlar istiyoruz!” Dedi...
Ergenekondan bu seferde başbakanımızı üsütünden atan atın yavruları hüküm giydi... Yetkililerden gelen açıklamaya göre: “başbakanımızın canı yandı başka canlar yanmasın. Başbakanımızı üstünden atan at ölmüş olabilir ama yavruları da o ölen atın kanını taşıyor. Tehlike kapıdadır. Aksi halde bu durum demokrasiye yakışmaz. Kaldı ki, suçluların ülkeden kaçma ihtimali üzerine bunu yaptık” denildi.

Flaş Flaş...

ABD biliminsanları , insanın insan olmadığı için Dünya'nın kötüye gittiğini iddia ettiler...

Dünyanın oluşumu yine keşfedilemedi... Yine aksilikler(!) bilim adamlarının peşinin bırakmadı.Ölenler, yaralananlar,tehdit alanlar vs. Yetkiliden yapılan açıklamaya göre: “bu aksilikler tamamen tesadüf”


İngilterede bir araştırma şirketinin yapmış olduğu araştırmaya göre,

Yine...

Her zamanki gibi...

Her an olduğu gibi...

Her daim...


Müslümanlar hristiyanları, hristiyanlar ise müslümanları terörist olarak görüyorlar...

Yine ülke 2'ye bölündü... Ama bu sefer “Kadın – Erkek” diye...

Ve yine...

Her zamanki gibi...

Her daim olduğu gibi...

Bu olaylar bitmez...

Ama benim yazımı bitirmem lazım... O yüzden son sözleri toparlamam lazım...

Şöyle diyeyim...

Bir ülkenin durumunu bildiğiniz üzere en iyi oranın o zamanki şarkıları anlatır...

Ve bizim şarkıcıların şarkıları 2-3 sözü geçmediği halde 20 dk boyunca 50 kere nakarat yapıyor...

VOLKAN KAHYALAR

14 Eki 2010

Melemen ve inek olayı(!)

,
Canımda bir melemen çekti ki sormayın gitsin...

Şöyle doğruyacaksın biberi, soğanı, domatesi... Sonra kıracaksın yumurtayı...

Of of...

Neyse daha fazla canımızı çektirmeden konuya gireyim...

Önce bu melemen bekar yemeğiydi...

Hatta insanlar bekar birisini gördüklerinde “melemen mi yapıyorsun her gün?” Diye şakalaşırlardı...

Çünkü melemen hem ucuzdur hemde yapması kolaydır...

Ama artık bunlar eskide kaldı...

Çünkü...

Domatesi unutun artık... Fiyatlar uçmuş vaziyette...

E yumurta desen kendi çapında rekor kırıyor...

Yani artık melemen zengin yemeği...

Yahu yeter şu zamana kadar zengini besledikleri! Birazda bekarı beslesenize...

Bakın demedi demeyin yakında ithal et gibi bunlarada yabancı sermayeyi açarlar. Zaten bitmiş olan çiftçi daha beter çöküşe uğrar...

Sonra birde...

Doktorlar çıkıyor diyor ki : “Süt içsin çocuklar...Çünkü kemikleri gelişsin... Sağlıklı olsun...”

Doğru diyorda sanırım hemen hemen her doktorun özel muaynesi olduğundan dolayı parasının “gani” olduğunu düşününce halkın durumunu unutması ve dolayısıyla süt'de süt demeleri normal...

Ama artık onları birilerinin uyarması gerekiyor. Ve onları gönüllü olarak uyaracak kişi benim!

Süt fiyatları domates fiyatı ile yarışıyor!

Sonra o “sözde” iktisadı bitiren başbakanımız çıkıp meydanlarda haykırıyor: “3 çocuk yapın! Soyumuz ilerlesin!”

Doğru diyor soyumuz ilerlesin ama...

İnek sayımız az...

Doğal olarak sütümüzde...

E tabi fiyatlarda uçuyor...
unutmayın ki süt enerji verir ve ayıptır söylemesi enerjisiz çocuk olmaz...

Bakın!

Ne kadar çok fiyat uçarsa okadar çok ülkeye ithalat gelecek demektir... Çünkü bunların ekonomi anlayışı böyle...

Ki bu durumu gösteren etin durumu ortada!

Çözüm mü? Çok basit aslında... 3 çocuk değil... 3 inek!! ve 3 domates...!!

Yani anlayacağınız biz bir enerjimizi toplayalım da sonra hem 3 çocuk hemde tarlalarda “birilerinin” atmış olduğu böceklerle uğraşalım!

E tabi bunun içinde 3 inek şart!

...

VOLKAN KAHYALAR

10 Eki 2010

2.ciner ve doğan olmasın diye...

,
Son zamanlarda basının durumunu hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum...

Muhalif basın tek tek susturuluyor... Yahut açıkları bulunup görüşleri değiştiriliyor...

Bunun örnekleri arasında ilk olarak Cihaner grubunu gösterebilirim. Cihaner grubu, bildiğiniz üzere önceleri ATV'nin sabibiydi.

Ancak grup iflas edince hükümet ile yapılan anlaşmalar çerçevesinde Türkiye'nin %20'lik bor fonu bu gruba aktarıldı. Bunun karşılıksız olduğunu düşünmediniz heralde?

Evet bunun bir karşılığı vardı. İleride Cihaner grubu, hükümet istediği onları anda onların icraatlerini öven haberler yapacaktı.

Peki neden direk bu durum sonradan yapılmaya başlandı?

Çünkü, laik kesimin önce güveni kazanılacak daha sonra bu güven ile AKP iktidarına oylar kaydırılmaya çalışılacaktı. Böylece iktidarın basını kullanma amacı resmen hedefine ulaşacaktı.

Bunun ispatı olarak da kanalın önemli bölümlerine gerici zihniyeti yahut Fetullahçı diyebileceğimiz zihniyeti koymasını gösterebiliriz.

Bu zihniyetler kimler demenize gerek yok aslında. Çünkü bu zihniyeti tanımamız için kanalı biraz takip etmemiz bile yeterlidir aslında.

Bu sisteme bir örnek daha vermek isterim...

Bildiğiniz üzere Doğan gruba yapılanlar ortadadır...

Aslına bakarsanız Doğan grubunun ve Ciner grubunun önceden de pek ahlaklı olduğu söylenemez . Ancak başta da bahsettiğim gibi muhalif gibi gözüken habercilerin tasfiyesi gerek basın özgürlüğü gerekse iktidarın ne kadar dürsüt olduğunun öğrenilmesi açısından çok önemlidir.

Konu konuyu açıyor...

Hiç dikkat ettiniz mi? Doğan gurubu önceden muhalif davranırken borçlarından sonra insanların bilinç altına hitap eden iktidar yanlı haberler verilmeye başlandı...

Zaten emperyalizme hizmet eden diziler ve magazin programları ortadayken birde haber programlarının tasfiye edilmesi sayesinde iktidarın daha çok güçlenmesi istenmektedir.

Her ne kadar yapılan kamuoyu araştırmalarında basının insanların düşüncesine etki etmediği sonucu çıksada unutlamamalıdır ki insanların kemikleşmiş düşüncelerinde bile basının rolü çok büyüktür.

Özellikle bizim gibi kitap okumayan toplumlarda bu durum daha net gözükmektedir.

Basın o kadar önemlidir ki, bilinçaltına yerleştirilen en önemli yetkimiz olan seçme hakkı bile önemsiz boyuta gelmiş. Bu durumda doğal olarak istatistiki açıdan güçlünün daha güçlü güsüzsün ise daha güçsüz olması sonucunu getirmektedir.

Bu durumda yine doğal olarak demokrasi ortamını engellemekte azınlıkların ezilmesine kadar giden bir sürece göz yumulmaktadır.

Böyle bir ortamda yine ülkemizde görüldüğü gibi senin tarafın benim tarafım gibi ayrımcılık ortamı yaratılmakta ve ülkelerin milli birlik ve beraberliği ortadan kalktığı için bu durum ülkenin sonunu hazırlamaktadır.

Ki bu zincirleme olaylar kan ile beslenen emparyalizme hizmet etmektedir.

Bunları engellemek için tek yapılması gereken durum kitap okumaktır. Ne kadar çok kitap okunursa o kadar çok bilinçleneceğimizden dolayı 2. Ciner ve Doğan grubu vakalarının önüne geçilmiş olunacaktır.

...

VOLKAN KAHYALAR

7 Eki 2010

Pardon...

,
YÖK'ün İstanbul üniversitesine dağıttığı yönetmelikde “bundan sonra meclis'de karar her ne olursa olsun okul'dan yahut sınıflardan disiplin cezası olan ya da türbanlı olduğu için kişiler çıkartılmayacak. Çıkaranlar hakkında soruşturma başlatılacak.

Bu ne anlama geliyor?

Şu anlama geliyor: “ Ben meclisi filan takmam.Karar her ne olursa olsun ben kendi bildiğimi okurum.” Anlamına geliyor.

Yani anlayacağınız, halkın seçtiği meclisi takmam! Demek oluyor bu...

Alın size dikta yönetim!

Ne oldu da YÖK'ün başkanı değişene kadar hükümet, YÖK karşıtıyken YÖK başkanı değişince YÖK taraftarı oldu?!

Ne hakla resmen yönetmelik adı altında “kanun hükmünde kararname yayınlarsınız?!”

Evet evet bu resmenkanun hükmünde kararnamedir!

Peki nedir kanun hükmünde kararname?

Kanun Hükmünde Kararname Yasama organının (meclisin) konu, süre ve gayeyi belirleyen bir yetki kanunu ile verdiği veya doğrudan doğruya Anayasa’dan aldığı yetkiye dayanarak hükümetin çıkardığı kanun gücüne sahip bir kararname. Kanun Hükmündeki Kararname (KHK) de kararname çeşitlerinden biridir Bkz. Kararname). Fakat parlamentonun tasdikine sunuldukları için ve tasdik edildiklerinden kanun güç ve kuvvetindedirler. Yani tatbikatta, bir kanunun sahib olduğu güç ve kuvvete maliktir.
Bu tanımlardan anlamayanlar için şöyle açıklayim: “Burada resmen deniliyor ki: “Ben dikta yönetiminde olduğu şekilde (bakın gibi demiyorum) sizlere istediğimi yaparım. Ki bu durum aynı şekilde yönetmelik de de geçmektedir.

Peki kanun hükmünde kararname ne zamanlar kullanıldı?

Resmen, darbe döneminde yahut darbe dönemine hazırlık aşamasında kullanıldı!

Yapılanlar açıktı aslında o zamanlar...

Hükümet, kanun hükmünde kararname çıkartılıyor ve istediğini istediği zaman alıp götürüyordu.

Anlayacağınız darbe tarafından kurulan YÖK, doğal olarak görüldüğü üzere darbe sistemine hizmet etmekte!

Yani, YÖK'ün sırf kendisinin eğitime bir darbe olduğunun en büyük kanıtı olarak sadece bu kararnamedir diyebiliriz!

Pardon kararname mi dedim? Yönetmelik olacaktı o...

VOLKAN KAHYALAR

Yakında...
kılıçdaroğlu'nun durumu ne olacak?
Basının durumu ?
Hanifi Avcı...

4 Eki 2010

AFİYET OLSUN!

,
Ben 3.küprüye karşıyım çünkü, üçüncü köprü trafik için bir çözüm değil aksine daha kötü olmasına yol açacak bir sebeptir! Bunun en büyük kanıtını köprünün bağlanacak güzergahına bakarak anlayabilirsiniz.

Ben 3.köprüye karşıyım çünkü, 2 milyon ağaç yok olacak!

Bu şehrin bir köprüye dahi ihtiyacı yoktu ki 3.köprü'ye ihtiyacı olsun...

3.köprü olması demek tüketim çılgınlığının dolaylı dahi olsa daha çok müşteri geliyor diye daha çok alışveriş merkezi olması anlamına geliyor. Bu da tüketim çılgınlığının daha beter artması anlamına geliyor!

3.köprünün yapılması demek yapılacak köprünün yakınında arazisi bulunan meclisten bazı kişilerin yüksek fiyatlara bu arazileri satması ve dolayısıyla bu köprü yapımından lemalanma durumunun gerçekleştirilmesı demek!

3.köprünün projesine verilen izin ile inşaat firmasının yapmış olduğu yıkımlardan anlaşıldığı üzere yapılan proje bir birini tutmuyor. Ki bu yasaya aykırı!

Her ne kadar karşı olsak da İstanbula bir şekilde yapılmış iki köprü yeterli. Bu 3.köprüye harcanacak masrafı doğuda eğitime ve yeni istihdamlar yaratmaya harcansa terör azalmaz mı?

Bu kadar sebep olmasına rağmen halen “yok kardeşim ben yinede 3.köprü istiyorum” diyorsanız. O takdirde size sizin anlayacağınız dilde bir cümle söyleyeyim. “Havalar ısındığında şöyle güzel bir mangal yakıp, ağaçların altında keyif yapmak istediğiniz takdirde orada o ağaçlar olmayacak! Yani mangalla baş başa kalacaksınız... E o zaman size afiyet olsun!”

VOLKAN KAHYALAR

3 Eki 2010

Silivri'ye açık mektubumdur!

,
Bu yazı, Silivri Cezaevinde yatmakta olan kader değil iktidar kurbanlarına ithafen yazılmıştır.

Bu yazı, benim için iktidar kurbanlarına moral vermek haricinde başka bir öneme de sahiptir. Sahiptir çünkü, bu yazı şu zamana kadar yazmış olduğum tüm yazıların genel bir sentezidir.


Selam olsun sizlere “Bu memleketin gerçek sahipleri!”

Bu mektubu yazmadan önce kaç defa doğru sözcükleri seçmek amaçlı yazıp sildiğimi hatırlamıyorum bile... Çünkü Birkaç kelime ile durumumuzu anlatmak gerekirse “kelimelerin bittiği yerdeyiz.”

Ancak buna rağmen umutlu olunuz. Umudunuzu Hiçbir zaman yitirmeyiniz. Mutlu yarınlar kapıdadır.

Bunu bazılarının dediği gibi hislerime dayanarak söylemiyorum. Bunu elle tutulur kanıtlarla söylüyorum.

Ancak bu kanıtların başlangıçta sizler gibi gerçek vatanperverlerin hoşuna gidecek kanıtlar olmayacağını belirtmek isterim. Ancak buna rağmen mutlu olunuz. Çünkü o günlerde bugünler gibi bizlerin sabırı sayesinde “hemen” geçecek.

Unutmayınız ki kurtuluş savaşının olgunlaşma dönemi dahi belli bir zaman olgunlaşmayı bekledi.

Sözlerimi daha fazla uzatmadan sizleri içeri attıran zihniyetin çok yakın bir zamanda gideceğini “ elle tutulur bazı ispatlarlarımla” sıralamak istiyorum.

Bildiğiniz üzere ortadoğu, ABD ve İsrail açısından inanılmaz derecede önemi olan bir bölge. Ve bu bölge yine bildiğiniz üzere stratejik konumu gereği Türkiyeden yönetilmek istenmektedir. İşte bu sebeplerden dolayı ABD ve İsrail açısından Türkiye de bulunması gereken “kukla” hükümet çok önemlidir. Ancak tahmin edeceğiniz üzere bu durum için halkın bilinçlenmemesi ile gerçekleşebilecek bir durumdur.

Ancak tüm bunlara rağmen yakın tarihde ki İran örneğinde de gördüğümüz gibi getirilen kuvvetler almış olduğu destek sayesinde kendini başa oturtan kişileri takmaz olmuştur. Böyle durumda da açık olarak görülmektedir ki ABD ve İsrail hemen bu kukla hükümeti tasviye eder.

Bunun belirtilerini İsrail Cumhurbaşkanına yapılan Davos rezaletinden sonra açık olarak görmekteyiz. ABD ve İsrail gayet iyi biliyorlar ki eğer AKP iktidarı tasviye edilmez ise bu takdirde Türkiye açık ve net bir biçimde İran'a dönecektir. Bu durum da da ABD ve İsrail anında siyonist ilan edilecek ve tabi ki ABD ve İsrail'in hiç istemediği dayanılmaz sonu olan BOP projesi tamamen ortadan kalkmış olacak.

İsrail ve ABD açısından ortadoğuyu Türkiye tarafından yönetmek ne kadar önemli olsada, kendi açılarından çıkan aksilikleri tamamen ortadan kaldırmak amaçlı olarak işe tamamen el atmak maksatlı ikinci İsrail planı da BOP projesinin yatması ile ortadan kalkacaktır.

Bunların yanında başka sebepleri de sıralamak mümkün...

ABD'nin başına hangi düşünceden biri gelirse gelsin ABD'ye göbekten bağlı yahut yarı bağımlı olan tüm ülkelerde şu zamana kadar her zaman için gelen kişinin düşüncesine kim daha yatkın ise onlar iktidara getiriliyordu. Emparyalizm var olduğu sürece de bu sistem böyle sürüp gidecektir. Yani daha açık bir örnekle ile açıklamak gerekirse eğer, ABD'nin başına sözde demokrat birisi geldiği surette ABD'ye bağlı tüm ülkelerde demokrat yahut demokrat düşünceye yakın kişiler ülkelerinin başına getirilmektedirler. Bunun paralelinde Obama'nın gelişiyle de aynı şekilde AKP iktidarı ortadan kalkacaktır. Ancak şurası bir gerçektir ki. AKP gidene kadar (yani önümüzde ki seçimlere kadar) ABD onlardan yararlanacaktır.

AKP'nin gideceğine dair ispatlarım daha bitmiş sayılmaz. İzninizle devam ediyorum...

Bunların yanında İsrail'e gönderilen ve resmen oy kokan gemi olayının yorumlanmasında AKP'nin iktidara gelmesinde büyük payı olan Fetullah Gülen (Yani Bir ABD ajanı olarak dolayısıyla ABD'nin açıklamaları) bildiğiniz üzere AKP'yi değilde İsrail'i haklı bulmuştu...

Bunun üstüne birde Deniz Baykal'ın saçma bir kaset olayından sonra (her ne kadar aksi çeşitli kurumlarla ispatlanmış olsa da) yinede çıkıp genel başkanlıktan istifa ediyorum demesi. Ancak bu sırada da Fetullah 'a teşekkür mesajı göndermesi. Hatta Fetullah ile görüştüğünü söylip görüşünün belirlenmesinde Fetullah'ın olduğunu ima eden hareketlerde bulunması. Durumları yukarıda saydığım durumları ispatlar niteliktedir.

Baykal olayı'nı biraz daha açmak istiyorum. Çünkü burası mektubun tamamı boyunca en önemli kısımdır. Şöyle ki: CHP gibi bir partinin başında Baykal gibi bir kişinin durması durumunda bildiğiniz üzere tepki oyları olarak AKP'ye ve hatta MHP'ye bile yansımıştı. Hatta bu duruma karşılık olarak AKP'den çeşitli şekillerde “böyle muhalefete can kurban” demesine dahi yol açmıştır. Hal böyle iken, AKP'nin saçma sapan bir kaset hazırlıp Baykal'ı tasfiye etmeye çalışması kadar salakça bir durum yoktur. Bunu resmen Fetullah(ABD) Akp'yi tasfiye etmek amaçlı yapmıştır.

Bu mektup da yapılan seçim ve yazılım hilelerini saymıyorum bile...

Ancak tüm bunların yanında CHP'nin başına kılıçdaroğlu'nun gelmesi ile birlikte partiye olan tepki oyları resmen CHP'ye fazlasıyla geri dönüş sağlamıştır. Bunu en çok da MHP'nin kendi Hiçbir şehrinden çıktamadığı referandum “hayır” oyları ile ortaya koymaktadır.

Her ne kadar AKP gariban tek başına savaşıyormuş gibi kendini göstermiş olsa da PKK – AKP- BDP arasında ki anlaşma sayesinde bir kesimin referandumu boykot etmesi ile çoğunluk gibi gözüken oyların AKP'ye yaraması ve bunun yanında çeşitli partilerin AKP'ye destek vermesine rağmen CHP'nin %42 lik kesimin en az %35'ini kendine yazdırması ve referandum da AKP'ye oy vermiş olan kişilerin kendi partilerine geri dönecek olmaları. CHP'nin ne kadar güçlü AKP'nin ise %58 oy potansiyeline sahip olmadığını aksine oy kaybına uğradığını göstermektedir.

Emperyalizm yıkılıyor. Bunun farkında... Her şeyin sonu olduğu gibi onun da sonu geliyor. İşte bu yüzden çeşitli yöntemler deniyor. Hatta sosyalizmden dahi örnekler almaya çalışıyor.Bunu en iyi bir biçimde Obama'nın ABD'nin başına getirmesi ile anlıyoruz.

Karl max sistemin nasıl işlediğini gayet güzel anlatmıştı. Şu anda da isim değişikliği ile aynı şekilde devam ediyor. Ekonomik sistemler balon gibi şişmekte. Ve bu balonun belli bir esneme payı var. Bu pay fazlasıyla zorlanıyor. Ve çok ama çok yakında patlayacak. Yani, emperyalizm son durağa yaklaşıyor. Bu durumda sahneye gerçek vatanperverler çıkacaktır.

Bunun en büyük sebepleri sizlersiniz. Halk her ne kadar yavaş da olsa bilinçleniyor. Bunun en büyük sebeplerinden bir tanesi sizlersiniz. Her şeye rağmen korkusuz olmanın ne demek olduğunu sizler bizlere gösterdiniz.

Bu ülkenin devrime gitmesine ramak kaldı...

Dayanın her zaman yanınızdayız....

Mektubumu Barış Manço'nun bir mısrası ile Emperyalizm ve Devrime ithafen bitiriyorum....

Selamlar...

Hayır hayır boşuna yalvarma inanmıyorum sana
Hayır hayır gözyaşına da hayır inanmıyorum sana
Hayır hayır yüzbin kere hayır acı çektirme bana
Hayır hayır yüzbin kere hayır inanmıyorum sana

VOLKAN KAHYALAR

29 Eyl 2010

KOMİK(!)

,
Ülkemizde çok komik şeyler olmaya başladı. Ama bu komiklikten kastım “traji komik” de olabilir. “Acı acı güldüren” bir komiklik de olabilir. Bu durum bakış açısına göre değişebilir. Hemen sıralamaya başlayım…

Bir kere ülkemizde şurası aşikâr cemaatlere her karışan kendini Silivri’de buluyor. Bu bulma durumu anladığınız üzere gezme amaçlı değil…

O değil de bu gidişle Silivri değil şehir resmen “ülkeye” dönecek…

Artık adım atacak yer filanda kalmayacak orada…

Aman ne olacak ki sanki? Koskocaman devletimizin TOKİ’si var devletimizin. Diker binaları krediyle de tahsil eder binaların ücretlerini. (Yapmadığı şey değil. Aklıma gelen ilk örnek Antalya da çıkan orman yangınında hatırlarsanız “sizlere ev yapacağız” dediler köylülere. Doğru yaptılar da ancak ormancılık haricinde hiç geliri olmayan köylülere “krediyle ev” yaptılar.) Yani olmayacak bir şey değil Silivri’yi ismini değiştirip “Cezaevi” ülkesine çevirmek…

Hem bide anayasada da yer alıyor. Hükümlülük süreci biten kişiden hapishane parası alınıyor.

Görüyor musunuz işte? İki yerden o güzel devletimize para geldi. Adamlar boşuna demiyor “alın verin ekonomiye can verin!”

Durun daha bitmedi… Hatta yeni başlıyorum…

Atatürk’ün yatı olarak bilenen Savarona da fuhuş baskını yapılmış.

Kemalistler uyarıyordu. TSK satın alsın! TSK satın alsın! Diye… Ancak olmadı. Almadılar… İyi almasınlar. Sonra da üzülmesinler ama böyle şeyler oluyor diye!

O değil de vakit gazetesi sanki Atatürk’ü çok seviyormuş gibi “Pes!” dedi bu haber üzerine…

Asıl size pes! Bu kadar “fırıldak”lık olur mu? Her bulduğunuz salakça kağıt parçasını gerçek diye millete yutturmaya çalışan Atatürk’ümüzün her yaptığına bir kulp bulmaya çalışan siz değil miydiniz?

Siz değil miydiniz şeriat isteriz! Diye açık açık beyanatlarda bulunanlar. Ne oldu da şimdi Atatürk saldırıyı kınıyormuş gibi “pes!” Diyorsunuz?!

Bu durumlar ayrı bide dün gerçekleşen Hanifi Avcı olayına ne demeli? Hayret ettim. Nasıl oldu da bu durumu da Ergenekon’a bağlamadılar da PKK bağlantılı bir örgüte bağladılar? Acaba bu durumdan Ergenekon’a bu örgütü de koyacaklarını anlayabilir miyiz? Yada diğer PKK’lıları serbest bıraktıklarına göre (her ne kadar PKK ile uzaktan yakından ilişkisi olmasa da) acaba Hanifi Avcı’ya “seni diğer PKK’lılara yaptığım gibi biraz yat sen serbest bırakacağım mı demek istedi?” Yahut Ergenekon’dan içeri tıkılmaktan Haifi Avcı’nın şaka yapar edayla söylediği : “ Bana örgütte yer kalmayacak” dediği durum mu gerçekleşti?

Her zaman dediğim gibi bu kadar ciddi konular var iken karşı taraf seninle yazdığım şekilde dalga geçiyorsa, o zaman bende onların anladığı dilden “işte böyle” yazarım…

VOLKAN KAHYALAR

23 Eyl 2010

İYİ DE BUNUN BİZİMLE NE İLGİSİ VAR?!

,
İstanbul Tophanede ki olayı duymuş ya da okumuşsunuzdur. Ben olay yeri inceleme uzmanı filan değilim ama haberlerden takip ettiğim kadarıyla galeriyi basan şahıslar, kesinlikle planlı yapmışlardı baskını…

Bu kesinlik olgusunu da “basanların elinde biber gazı ve jop bulunmasından” anlıyorum.

Mahallenin olayı anlatırken “ne ilgisi var ise” Fatih Sultan Mehmet’den bahsetmesi ve içki içen kişileri de düşman olarak görmesi ülkenin gidiş hattının ne yönde olduğuna dair ipucular verirken,

Normalde sadece Samsun’da iktidarın gelişi ile sınırlı olan “sözde ahlak” polisi Ankara’ya da taşındı… Bu durum da doğal olarak biraz Tophanedeki duruma sağlama yarattı…

Buda yetmedi…

İşe birde Anayasa için yapılan referandum ile “özel yetkili savcılar” karıştı…

Nasıl mı?

Onu da ister sevin ister sevmeyin Ahmet Kaya’nın “Hadi bize gidelim” parçasından anlayalım…

Gecelere gidelim yar
Ödülleri alalım yar
İçelim içelim ölümüne içelim DGM’ye düşelim yar.



Anlamayanlar için şöyle açıklayim: “DGM için bkz: “özel yetkili savcı”

VOLKAN KAHYALAR

14 Eyl 2010

hayırlı olsun!

,
Hayırlı olsun!

2 gün önce aylardır beklenen referandum yapıldı. Ve önceki yazımda da yazdığım ve saydığım sebepler çerçevesinde 58 oranında evet çıktı...

İsteyenler tekrar yazımı http://www.facebook.com/?sk=2347471856#!/note.php?note_id=419579776926 linkinden okuyabilirler.

Ancak asıl konum bu değil benim...

Benim asıl konum çok yaklaşan bir tehlikeye karşı önlem almamız...

Bu bahsi geçen tehlike “fedarsyon sistemi...” Her ne kadar iktidar sürekli yalansada gidiş hat bu yalanlamanın tam tersini gösterdiği için bu yazıyı yazma gereği duydum.

Türkiye, referandum ile resmen bazı gerçekleri gözler önüne serdi...

Peki nedir bu gerçekler?

Sıralayim...

Ülkemiz laik-dindar-kürt olarak 3'e çok keskin bir biçimde ayrıldı. Ve bu koşullar federasyon için büyükbir başlangıcı göstere göstere getiriyor.
Boykotçular yine önceki yazımda belirttiğim gibi dolaylı yoldan evet dediler. Ki BDP'nin baskısından kurtulup da oy vermeye gidenlerin çok büyük oranı “evet” dedi. Yani sonuç pek değişmedi aslında hayırcılar açısından.
BDP'nin halkı, zor kullanarak sandıktan uzaklaştırdığı bilinen bir gerçek. Bu durumda BDP'nin aslında kürt halkının iradesini yansıtmadığının büyük bir göstergesidir.
CHP, eskiden kendini tutan şehirlerden hayır'ı çıkarttı. Ancak MHP kendi şehirlerinden hiç oy çıkartamadı. Bu durum kılıçtar ile CHP'nin nasıl oyları kendi tarafına çektiğinin büyük bir göstergesidir.
Bu durumda çıkartılabilecek bir sonuç ise aslında, AKP'nin iddia ettiği gibi hayır cephesinin çok güçlü olmasından dolayı mağdur olduğu değil, aksine CHP'nin nasıl oy potansiyelini yükseltip aslında hayır cephesinde nasılda tek başına olduğunun büyük bir kanıtıdır.

Önceleri de dediğim gibi sadece bu durum bile AKP'nin kan kaybettiğinin ve daha da kaybedeceğinin açık bir örneğidir. Kaldı ki AKP'yi sevmiyorum deyip normal şartlarda hayır cephesinde olması gereken %10'luk oy potansiyeli sahip kişiler hayır cephesinin kendisini ikna dememesinden dolayı “evet cephesine” demokrasi gelecek inancıyla gitmişlerdir.

Bu tablo başarısızlık değil resmen başarıdır!

Bu olaylar zincirinin sebibi olarak milli birliğin pati yahut çıkar dinlemeden hep beraberlik içinde olunmasıyla direk bağlantısı vardır.

İnanıyorum ki MHP'nin lideri bahçeli koltuğunu başka bir kişiye bıraktığında bu durum daha da alevlenecektir.

Ancak tüm bunlara rağmen savaş, asıl şimdi başlıyor...

VOLKAN KAHYALAR

9 Eyl 2010

Huyum kurusun!

,
Ben abartıyorum...

Hemde çok abartıyorum...

Ne yapayim yapım bu...

Yakında görürsünüz özelleştirilmeyen yapıları siyasi emellerine alet etmeye başlar bu iktidar...

Mesela, “Bize oy verin” tabelaları asıp , pankartları germeye boğaz köprüsünü de eklerler...

Sonra da pişmiş kelle gibi sırıtıp “e özelleştirilseydi böyle olmazdı!” Derler...

Çok abarttım değil mi?

Bakın ne anlatacağım...

İktidarın atadığı ÖSYM başkanı, KPSS deki kopya skandalı için “bizim haberimiz yok” deyip tüm sorumluluğu üstünden atmadı mı (hesapta) ?

Sonra iktidar meydanlara çıkıp referandumu seçim ortamına çevirdikleri yetmiyormuş gibi,

Fişlenmeleri her gün belgelerle ortaya çıkarmak yetmiyormuş gibi “biz fişlemiyoruz” diyorsa...

Engelli vatandaşlara elinden gelen tüm manileri gösterip sonra da engellilere ayrıcalık geliyor deyip tüm bu yaptıklarını unutuyorsa...

Eğer, kendi görüşünedn olmayan sendikacıları elle tutulur her hangi bir şey göstermeden içeri tıkıp “sendikal hak ve özgürlük getireceğiz” diyorsa, eğer Habur krizinde pkk'lıları yerleri belli diye serbest bırakıp ergenekondan yakalanan kişileri ise ne kadar suçsuz olursa olsun, ne kadar tanınmış olursa olsun yerleri belli olmayabilir diye içeri atıp sonra da çıkıp “yurt dışına çıkış özgürlüğü getiriyoruz” diyorsa...

Eğer, 90 küsür yaşındaki adama yargı yolu açacağız deyip, çankaya köşkünde ağırlayıp bu durum ortaya çıkınca da “e o maddenin orada durması yanlış” diye konuyu resmen kıvırıyorsa...

Eğer, basını istediği gibi kullanıp kendini kullandırmayanlara büyük cezalar veriyorsa...

Eğer, ülkede açlıklar, yoksulluklar artıp insanlar açlıktan kendini öldürüyor ancak birileri çıkıp bizde hiç fakir kalmadı diyorsa...

Eğer bir ülkenin başbakanı ben kiracı olarak villada oturuyorum diyor ve villa çocuklarının üzerine çıkıyorsa...

Eğer devlet hazinesi delik deşik olup, cari açık matematik sınırlarını zorluyorken “biz geldik” cari açık azaldı. Diyorsa...

Eğer Tübitak, bilimi; aklı bir kenera bırakıp bastığı dergilerde bile “Allah Allah” diye kafayı buluyorsa...

Eğer Tüik, tamamen iktidarın elindeyken bile veriler kötü gösterdiği halde yorumlarla durumu iyi göstermeye çalışıyorsa...

Eğer esas gündem değiştirip açlık, fakirlik, şehitler,özelleştirmeler,ekonomi unutturuluyorsa...

Eğer bir metre bile olmayan bez parçası esas gündemi kocaman olmuşçasına örtüyorsa...

Eğer “birileri” yargıda kalan kırıntı azınlıkta ki hakimleri, savcıları da yok etmek istiyorsa...

Ve tüm bu saydıklarıma “hayır”diyenler “darbeci” ilan ediliyorsa...

Evet, ben abartıyorum...

İktidar hiç ama hiç abartmıyor...

Ben, hemde çok abartıyorum...

Ne yapayim yapım bu...

VOLKAN KAHYALAR

Farkında mısınız?

,
İnsanların Dünyada ki kaynakların az olduğuna dair bazı inançları var. Ki bu inançların var olması için eğitim döneminden itibaren çalışmalar başlıyor.

Örneğin, üniversitelerde iktisadın tanımı yapılırken: “Dünyada ki kıt kaynakların doğru ve verimli bir biçimde kullanılması için gerekli olan bilim.” Deniliyor.

Peki neden böyle yapılıyor? Hiç düşündüşündünüz mü?

Çünkü, insanlar haline şükür edip paralarını, haklarını çalanlara ses çıkarmasınlar ki o paralarını, başkalarının haklarını utanmadan yiyen kişilerin çarkları hızla dönsün.

Bu son sözümdende anladığınız üzere “kıt kaynak filan yok...” Bu durum tamamen palavra...

Sadece adaletsiz bir sistem var...

Kimse elindekini paylaşmıyor... Paylaşsa bile çok yüksek rakamlarla yani karlarla satıyor...

Ki buna emperyalizm diyoruz...

Emperyalizm, bu durumun olgunlaşması için sadece bunları yapmıyor. Aynı zamanda ekonomiyi de çok iyi bildiğinden dolayı kar marjını adha da yükseltmek amaçlı ortamı kızıştırıyor. Çünkü, ne kadar ortalık kızışırsa o kadar çok “risk var, malları getiremiyoruz bu yüzden fiyatı artırıyoruz.” Diyebiliyor.

Ki bunun en iyi örneğini ABD'nin uyuşturucu için girdiği Afganistanda gericilerle yapmış olduğu ortaklık anlaşması ile görebiliyoruz.

Birde daha başka örnek var ki o da Irak konusu...

Irak'a sağır sultanın bile bildiği, duyduğu “petrol” sebebinden girdiği için ABD, bu fiyatların artması gerektiğini çünkü böylece hem savaş tazminatını misli misli alıyorken (Sanki savaşı kendi istememiş gibi) hem de petrolün bir kısmının da kendi ülkesindeki halka bedava dağıtılacağını gayet iyi biliyor...

Aslında yeri gelmişken söyleyeyim. Her ne kadar “Obama” çekiliyoruz Irak'dan dese de yapılan “kargaşa” anlaşmalarıyla Irak da petrol bitene kadar kargaşanın bitmeyeceği aşikar...

Tüm bu anlattığım durumlara ispat olarak da emekli yahut itirafçı CIA ajanlarının kendi ağızlarından dinleyebilir Ya da günah çıkarır gibi yazmış oldukları kitapları okuyabilirsiniz.

Konu konuyu açıyor...

Aklıma gelenleri saymaya devam edeyim...

Emperyalizm ne yapar başka?

Basını kullanır mesela...

Çünkü basın en az bir istihbarat teşkilatından bile daha güçlü diyebiliriz. Bunun sebebi olarak da kolay bir şekilde kitleleri yöneltme yeteneğinin olmasını gösterebiliriz.

Diziler, magazin programları basının silahı olarak kullanılır.
Diziler de ahlak kavramları yok edilir.

Magazinde ise hem ahlak hemde “sorgulama” olguları ortadan kaldırılır. Gazeteler suni gündemlerle her ne taraftan olursa olsun gündemi esas konudan saptırır.

Emparyalizm, kutuplaşma yaratır...

Maksat bellidir: “Kullanmak istediği ülkede ki insanlar dururken kendi vatandaşlarını kullanıp yok etmek istemez. Ki buna parçala-böl-yönet sistemi” diyoruz.

Başka başka...

Daha bitmedi...

En önemli silahı “dindir” emparyalizmin...

Cemaatleri, tarikatleri oluşturur. Müritler meydana getirir.

Çünkü, insanları kandırmanın en kolay yolu “din”dir.

Gerekirse ayetlerle oynar gerekirse de ayetleri ortadan kaldırır. Eklettirir....

İsyanlar çıkartır emparyalizm...


Hastalıklar yaratır emparyalizm. Sonra bunun çaresini sadece kendinde bulundurur. Başkası bunu bulursa o zaman o kişiyi ortadan kaldırır...


Az gelişmiş ülkeysen yandığının göstergesidir bu durum. Çünkü kendi sınırlarını mı koruyacağını yoksa isyanı mı bastıracağını yahut isyanı bastıracağım diye de dışarıdan gelen her hangi bir baskıyı savuramama tehlikesi ile baş başa kalır bu az gelişmiş ülke...

Emparyalizm, insanların açıklarını aramak için sürekli kendine karşı olanları yahut olabilecekleri takip eder...

En ufak bir karşı duruşta bu açıkları önlerine sürer. Yine de kokmazsan eğer o zaman kişiyi ortadan kaldırır.

Emperyalizm, daha çok çok şey yapar aslında...

Ama daha fazla uzatmayacağım... Yinede şunu demeden edemiyeceğim: “Farkında mısınız? Bu saydıklarımdan en çok 3 tanesi bir ülkenin başına gelirken bizim başımıza bunların hepsi ve daha fazlası geliyor...”

Bence farkında filan değilsiniz! Sadece öyleymiş gibi yapıyorsunuz!

Çünkü eğer bir farkındalık olayı olsaydı bir hareket olurdu!

Çünkü eğer bir farkındalık olsaydı emparyalizmin en çok korktuğu 3 şeyi yapardınız: “Kitap okurdunuz, sorgulardınız ve örgütlenirdiniz!”

Ama ben ve benim gibiler bu ülkede bunların hiç birisini göremiyoruz! Sadece “mış gibi yapıyorsunuz” bunu gayet iyi biliyoruz!

Tatlı rüyalar güzel ülkem, güzellik uykusu olmalı bu uyku... Yoksa uyudukça emparyalistlere bu kadar tatlı nasıl gözükürdünüz?

VOLKAN KAHYALAR

2 Eyl 2010

Demek ki neymiş?

,
Dün, Dünya Barış günüydü…

Ben geri kafalı bir insanım. Öyle kolay kolay anlamam bazı şeyleri…

Belki anlatılan konu iki dakikalıktır. Ama benim sorularım gün boyunca sürer…

Bu konuda onlardan bir tanesi …

Merak ediyorum, acaba Dünya Barış gününde kaç kişi silah bıraktı?

Acaba, İsrail kaç Filistinliyi öldürdü dün? Yada tam tersi… Kaç Filistinli kaç İsrailliyi öldürdü dün?

Acaba dün kaç askerimiz öldürüldü?

Acaba kaç vatandaşımız öldürüldü?

Acaba kaç hayvan öldürüldü?

Öyle ya…

Bu Dünya barış günü… Ve Dünya da sadece insanlar yaşamıyor… Bizden başka canlılar da var…

Acaba Afrika da kaç sivil ya da sivil olmayan kişi para için öldürüldü?

Acaba kaç zenci Amerikan vatandaşı sırf renginden dolayı öldürüldü?

Acaba Çin de kaç Türkmen öldürüldü?

Acaba Irak da kaç Irak vatandaşı öldürüldü?

Ya Afganistan da o haberlere yansımayan ama öldürülen kaç kişi var?

Güney Kore ve Kuzey Kore de acaba kaç kişi öldürülmüştür?

Acaba tüm ülkelerin iç savaşlarında kaç kişi ölmüştür?

Malum o da savaş… Bunun içi dışı fark etmez…

Acaba dün kaç Aborjin öldürüldü?

Acaba dün kaç beyaz kaç beyazı öldürdü?

Acaba dün kaç tane yardıma muhtaç ülkeye yardım gitmedi de bu yüzden yüzlerce insan öldü?

Aslında bunların cevaplarının "olumsuz" olduğunu adınız kadar iyi biliyorsunuz.

Demek ki neymiş? Sadece bir gün ilan etmekle bir halt olmuyormuş!

VOLKAN KÂHYALAR

22 Ağu 2010

Şimdi söz Bihter ile Behlül de...

,
Star haber bugün bomba gibi bir haber ile ana haberi bitirdi. Aşk-ı Memnu dizisi’nin Behlül’ne sormuşlar: “Yengen ile filmdeki gibi bir ilişki yaşar mısın?” Oda: “Bu resmen saçmalık” diye cevap vermiş. İyi de demiş…

Ama konumuz bu değil…

Bu sözler üzerine Star haber her zamanki gibi Türkiye’nin gerçek gündemini(!) bulmuşçasına havalara uçarak halka soruyor: “Behlül böyle dedi siz ne diyorsunuz?”



Öyle ya…

Doğru,tarafsız, dürüst habercilik bu işte…

Ülkenin gerçek gündemi bu işte…

Hatta bunun için referanduma gidelim…

Yine kimse neyi oylayacağını bilmesin… Yine sırf partisi “evet yada hayır” dediği için “evet yada hayır” desin.

Yine, Tayyip Erdoğan çıkıp meydanlarda bağırsın… “İnsanlık için… Demokrasi için…Edep için… Terbiye için… “evet” diyin…Evet!”

Yine Gandi Kemal bağırsın… “Recep bey, Behlül’ün Bihter ile o işi yaptığı havuzlu villaları sen iyi bilirsin!”

Yine, dokunulmazlıkları kaldırın ben korkmuyorum. Asıl dokunulmazlıklar kaldırıldığı zaman Bihter ile Behlül’ü konuşalım diye bağırsınlar.

Ve yine “Bihter ile Behlül’ü İsmet İnönünü bu hale getirmiştir.” Desin iktidar.

Sonra, Devlet bahçeli yerine Bihterin eşi, Behlül’ün amcası Adnan Ziyagil gelsin. Ve oda eşiyle yiyeninin ilişkisi hakkında PKK ile iş birliği içinde BDP yapıyor BDP! Diye bir yerlerini yırtsın!

İktidar, Ziyagil’in parasına kendi paralarını görmeyip hesap sorsun. “Nereden buldun o paraları, o havuzlu villaları, o fabrikaları?” desin…

Yine işsizlik konuşulmasın, yine Diyarbakır’da, Mardin’de, İstanbul’da, Adana’da, Uşak da işsizlik alsın başını yürüsün. Zaten işsizlik birkaç senedir tek tabanca takılıyor. Çünkü malum, onunla kimse uğraşmıyor…

Yine AŞ verilmesin doğuya, hele eğitim hiç verilmesin… Ama en sonunda onlara vermediklerini unutup: “Bu adamlar dağa çıkıyorlar, terör oluyor, hem bu ülkede yaşayacaksın hem de isyan edeceksin” Diye sitem et ve bir yerlerini yırt! (Zaten son birkaç senedir bir yerlerini yırtmak moda oldu. Böylece modaya da uyum sağlamış olursun)

Devlet hazinesinin içine edilsin…

Dış ticaret berbat halde olsun. Esnaf kan ağlasın, Herkese az para gelsin ama çok para “girsin” Sonra yine bu sisteme karşı gelenlere “Ergenekon, oldu sana oraya buraya kon” politikası güt…

Sonra… Sonra…

Pardon, senaryoyu fazla abarttım sanırım…

Yada acaba onlar mı fazla abarttı ben mi az söyledim?

Her neyse senaryoyu bırakalım da günümüze dönelim…

Şimdi, söz Bihter ile Behlül de…

VOLKAN KAHYALAR

19 Ağu 2010

iş işten geçtikten sonra..."her zaman ki gibi..."

,
Hürriyet gazetesinde dün bir haber çıktı, sonra da ana haber bültenlerinde gördük o haberi…

O haberlerde diyordu ki…

Diyarbakır’ın Silvan İlçesi’nde iftar saatinde geldiği evinde eşinin, “Yemek yapacak birşey yoktu, yemek yok” sözleri üzerine bunalıma girip intihar eden Hacı Örüç’ün (40) evine, öldükten sonra yardım geldi. Silvan belediyesi aileye, kuru gıda yardımında bulunurken, 4 çocuğuyla ortada kaan Hediye Örüç, büyük üzüntü yaşıyor.

Şimdi anladınız mı neden biz sürekli “bırakın bu suni gündemi de esas meselelere bakın diye bir yerelimizi yırtıyoruz?”

Şimdi anladınız mı? Neden ekonomi diye boğazımız patlıyor?

Şimdi anladınız mı? Kimsenin umurun da değil boy yada soy…

Şimdi anladınız mı? Tam bağımsızlık ne kadar önemli?

Şimdi anladınız mı havuzla villa filan kimsenin umurunda değil…

Şimdi anladınız mı he? Şimdi anladınız mı?

Serbest piyasa’nın neden karşısındayız?

Şimdi anladınız mı terör neden bitmiyor?

Şimdi anladınız mı “analar neden ağlıyor?”

Şimdi anladınız mı hırsızlıklar neden çok?

Şimdi anladınız mı neden kimse önem vermiyor?

Şimdi anladınız mı eğitimin bile parasız olmadığını?

Şimdi anladınız mı? Bu ülkede her şey iş işten geçtikten sonra oluyor…

Şimdi anladınız mı neden bu ülkede kitap okunmuyor?

Şimdi anladınız mı emperyalizm ne kadar zalim?

Şimdi anladınız mı Denizler, Mahirler, Hüseyinler, Yusuflar neden öldürüldü?

Şimdi anladınız mı kriz neden ortaya çıkıyor?

Bu kadar kısa bir cümleden ne anlamlar çıktığını görüyorsunuz… Aslında devam edeceğim ama daha fazla yüreğim kaldırmıyor.

İzninizi istiyorum…

VOLKAN KAHYALAR

18 Ağu 2010

Gerçekçi olalım!

,
Gerçekçi olalım!


Referandumda hayır’ın yanında BDP boykot yapacağını söyledi. Gerçi Apo’nun: “Duruma göre değerlendirin.” Demesine rağmen bu boykot durumu her zaman olduğu gibi PKK,BDP iktidar anlaşmasının olduğunun büyük bir kanıtıdır.

Bunları nereden mi çıkarıyorum?

Parçaları sizde birleştirince muhtemelen bana hak vereceksiniz…

BDP milletvekilleri ya toprak ağası ya da toprak ağalarıyla sıkı ilişkiler içinde olan kişiler. Unutmayınız ki bu ağlar, AKP’yi doğuda ve güneydoğu da iktidar yaptılar. Ancak bundan önce AKP tabi ki diğer hükümetlerin iktidara gelmesini engellemek için toprak ağalarıyla bazı anlaşmalar yaptılar. Eğer iktidar bu toprak ağalarına iktidara geldikten sonra haklar verecekse bu takdirde hükümet bundan sonra ki seçimlerde kendi istediği kadar kalabilecekti.

Nitekim öyle de oluyor…

“Kürdistan” için söz veren iktidar (ki bunu haberlerdeki sözlerden, yazılardan, yorumlardan açıkça anlayabilirsiniz. Yavaş yavaş bize kabullendirmeye çalışıyorlar bu durumu. Ki bana kalırsa başardıkları da aşikâr…)

Bir taraftan direk halkın tepkisini almamak için PKK ya laflar sayarken öbür taraftan pazarlık aşamasında olunuyor.

Bunların yanında birde PKK’nın Kürdistan’ı istediği herkes tarafından bilinen bir gerçek.

Tabi birde…

DTP’nin kapatılıp yerine daha sert bir parti olan BDP’nin gelmesi ile normal şartlarda beraber yaşayabiliriz diyenlerin yerine Kürdistan istiyoruz! Ayrı bir ülke istiyoruz! Diyenlerin gelmesinin sebeplerinden bir tanesi de bu!

Yani birde elimizde PKK hariç BDP’de mevcut “Kürdistan isteğinde…”

Şimdi…

Tüm bu bilgileri toplayınca ortaya şöyle bir tablo çıkıyor…

“BDP = PKK” ama “DTP eşit değildir PKK”ya bu yüzden iktidarın taşeron olduğu ABD, iktidarı temize çıkarmak amaçlı yapılan bu referandumda “hayır” diyebilecek bir potansiyeli “boykot” ile sözde hayır derken ya da göreceli olarak “ protesto” ederken “evet”e katkı sağlıyor.

Alttan da Kürtlere “bakın biz iktidarla anlaşamıyoruz” palavrasını inandırmak amaçlı referanduma gitmeyin mesajları BDP tarafından veriliyor.

Yani, BDP’den boykota şaşırmamak gerekiyor.

Birde konumuz referandum olunca biraz da sonuçların büyük ihtimalle ne çıkabileceği konusunda birkaç şey söylemek istiyorum.

Cemaatlerin bu konu hakkında çok büyük çoğunluğunun “evet” dediğini düşünüp diğer taraftan MHP ve CHP’nin bir taraf AKP’nin de tek başına başka bir taraf olmasına rağmen tüm cemaatlerin oyunu aldığını da eklediğimiz de (bunu yapılan açıklamalardan dolayı biliyorum) şöyle basit bir sonuç çıkıyor:

Normal şartlarda AKP tek başına en az %42’lik bir potansiyele sahipken BDP gibi en azından %10’luk bir potansiyelin boykot ile çoğunluk olan AKP’ye yardım etmiş oluyor.

Birde oy kullanmayan kesim ile en az %5’lik CHP ve MHP’li olduğu halde “evet” diyenleride kattığımızda sonuç en kötü ihtimal ile %55 evet %45 hayır çıkacaktır. Ancak bu durum en kötü ihtimalle…

Biraz daha gerçekçi olursak eğer “Evet” ile “Hayır” arasında daha büyük bir uçurumun çıkması muhtemeldir. Ancak bu yazımdan da anlaşılacağı üzeri ne kadar “Hayır”cı olsam da sandıktan “Evet” çıkacağı aşikar… Bunu engellemek için ise tek çıkar yol “BDP’yi ve ufak bir kısımda olsa evet diyen sol görüşü “hayır” demek için ikna etmek. Bu şekilde bile cemaat desteği olan bir partiye en fazla oy olarak “yaklaşılır” ancak “geçilemez.”



Not: “Ben kesinlikle bazı partiler “hayır diyor diye hayır demiyorum.” Ben paketi okudum ve ona göre “hayır” diyorum.

Referanduma sunulan bu pakette güzel şeylerin de olduğu aşikar ancak evet dediğimiz takdirde bu güzel şeyleri misli misli bastıracak kötü şeyler olacağından dolayı “Hayır” diyorum. “Belirtmek istedim.”

VOLKAN KAHYALAR

14 Ağu 2010

Bu nasıl davadır?!

,
Size eğitiminiz için kolay bir yol göstereyim. Bakın ben 2 yıllık yüksek okul bitirdim. Ve size bu söyleyeceğim yöntemi uygulayacağım. Daha doğrusu uygulamak zorunda kalacağım. Çünkü bu gidişte başka çare kalmayacak.

Biliyorum, neden bahsettiğimi merak ediyorsunuz.

Söyleyeyim...

Ergenekon davasından bahsediyorum...

“Nasıl yani? Bu anlattıklarının eğitimle ne alakası?” Dediğinizi duyar gibiyim...

Çok ilgisi var...

Şöyle ki...

Ergenekondan acaba içeri atılmayan acaba kaç tane rektör kaldı?

Ben sayayim mi?

Gerek yok...

5 – 10 taneyi geçmez. Ama “ATILMAYAN”

Yani anlayacağınız üniversitelerin çok büyük bir çoğunluğu “Silivride...”

Aslında üniversitelerin merkezileşmesi için müthiş bir şey bu (!)

Öyle ya, benim gibi 2 yıllık okuyan kişiler bile Silivri gibi bir yere girseler hayatları kurtulur. Malum puansız üniversite...

Hem masrafta yok... En azından o anlık...

Mastırı yap çık...

Okulunu bitirdin mi? O zamanda işin kolay. Canın sıkıldığında bir günlük gazete okumana dahi gerek yok. Çünkü köşe yazarları orada... Bu yüzden haberin hasıda orada...

Gazete okumayı sevmiyor musun?

Ona da çare düşünülmüş...

Kitap yazarları da orada...

Kitabı ilk sen okursun kimse okumadan...

Hem bak, orada avukat bile olabilirsin... “Ben hukuktan anlamam ki”filan demeyin sakın.

Nasıl mı?

Çok basit...

Bu davada alınan kararların tam tersini düşün. Al sana hukuk mastırı bile yaptın. Hemde uygulamalı...

Daha ne istiyorsun ki?

Adamlar hizmeti ayağına kadar getirmiş. Birde diyorlar ki AKP Hiçbir şey yapmıyor. Daha ne yapsın efendim? Daha ne yapsın?

Hizmetse hizmet, eğitimse eğitim...

Daha bitmedi ama...

Askerliğini yapmadın mı? Kolayı var...

Zaten ordunun başları orada... Yavaş yavaş tugayı da tamamlıyorlar zaten...

Arada askerliğini çıkartırsın... Ne tescil ne bir şey...

İlim, irfanda da ilerleme var orada... Boşuna dışarıda bir şeyler bulup o tatlı kafanı yorma... Çünkü o da Silivride mevcut...

Askerler için kızıyorsunuz biliyorum. Şimdi diyorsunuz ki: “ Adamlar dağlarda teröristlerle uğraşıyor. Şehre geliyor vatan hainliğinden suçlanıyor. Ne iş bu?” Cevabı yine çok basit. “Birileri”onlar dinlensin diye bunları yapıyorlar... Hep yanlış anlıyorsunuz siz(!)

Bu davayı bu kadar labali şekilde anlattım çünkü, bu mahkeme ve daha oraya gitmeden tamamen taraflı olan basından dinleyip karar veren “parazit beyinli” şahsiyetler ancak bundan anlarlar...

Bunu nereden mi çıkardım?

Bana kalırsa Samanyolu Tv'nin haber spikerinin şu sözleri gayet açık ve net bu durumu özetliyor: “Ergenekondan yargılanacaklar ile Zongundakda ki maden kazası arasındaki bağı siz seyircilere bırakıyorum.”

Şimdi mantık çerçevesinde mahkemeyi izleyen birisi olarak soruyorum: “Bu nasıl bir mahkemedir ki, iddia makamı, hatta bırakın iddia makamını mahkeme başkanı hariç katip bile savunmaları dinlemezken, karar aşamasında hükümlü ne kadar haklı olursa olsun tahliye kararına red oyu verebiliyor. Hemde Hiçbir gerekçe göstermeden...”

Bu nasıl bir mahkemedir ki, elinde belge olmayan sadece uydurulmuş belgelerle gelinen ve bu belgeleri bir türlü kanıtlamayan taraf muhattap alınıyorda, aksini iddia eden ve bunu kanıtlayan taraf muhattap alınıp hükümlülük ortadan kaldırılmıyor?

Bu nasıl bir mahkemedir ki, bombanın bulunduğu evin o anki kiracısı değilde ondan 2 önceki şimdi ev ile uzaktan yakından ilgisi olmayan “eski” kiracı kişi bunu ispatladığı halde hükümlü oluyor?

Bu nasıl bir mahkemedir ki, delil olarak hükümlüye, gayri resmi aramalarda toplanan; kanıt olduğu iddia edilen materyaller sunuluyor?

Bu nasıl bir mahkemedir ki, asıl mahkemeyi yönlendirenler muhattap alınmazken bunu uzaktan yakından yapmayan avukatlar mahkemeyi yönlendiriyor diye hükümlü konumuna sokuluyor?

Bu nasıl bir mahkemedir ki, adamına göre mahkeme eşitliğini sağlıyor?

Bu nasıl bir mahkemedir ki, mahkemeyi yönlendirdiği ap açık ortada olan kişilere uyarı dahi verilmiyor?

Son kere soruyorum...

Bu nasıl bir mahkemedir?

Bana bu mahkemenin adalet dağıttına hiç kimse inandıramaz. Çünkü yok öyle Bir şey...

Bu mahkeme açık söylüyorum: “Komedi TV'nin 2 yılın en büyük komedisi adayı olacak kadar traji komik” bir “filmidir.”

Bu filmi çekenlerde bellidir. Çektirenlerde...

...

Not: “ Bu yazı, sınavsız geçiş ile (İster dikey deyin, ister yatay) “Silivri üniversitesinde” kısmi olarak ücretsiz mastır yapmamı sağlayacak güzel bir sınav kağıdı olsun... Bana şans dileyin...

Bu işsizlikte mastır yapmak Allah'ın bir lütfudur takdir ederseniz...

VOLKAN KAHYALAR


http://www.birmilyonkalem.com/
http://blog.milliyet.com.tr/
http://www.ulusalgundem.net/
http://www.gizlibelgeler.azbuz.com

Referandum ile Barış Manço'nun ne ilgisi var ?

,
Geçenler de elime. AKP’nin İstanbul il teşkilatı tarafından referandum hakkında basılan ufak bir kitapçık geçti. Daha ilk sayfasını açar açmaz karşıma “Her evet demokrasiye davettir” ibaresi çıktı.

Peki nedir bu “demokrasi”?

Sizin için araştırdım. Hem de çeşitli kaynaklardan…

Demokrasi: “Tüm üye ve vatandaşların, organizasyon ve devlet politikasını şekillendiren eşit haklara sahip olduğu bir yönetim biçimdir. (tr.wikipedia)

Halkın kendi kendini yönetimi halk idaresi (sevde.de)

Seçme özgürlüğü değil seçenekler özgürlüğü (ekşi sözlük)

Halkın kendi seçtiği temsilciler eliyle kendi kendini yönettiği devlet sistemidir. (antoloji)

Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi (TDK)

Her ne kadar tanımlar bir birine tam anlamıyla bir değilmiş gibi gözükseler de bir sitede bulduğum şu tanım aslında tüm bu tanımların ne kadarda yakın olduğunun en büyük göstergesi: “Demokrasi, iktidarın halkçı kökenli olduğunu savunan ve iktidarı halka dayandıran teoridir.” (Uslanmam.com)

Tanımlardan da anlaşılacağı üzeri halkın kendi isteğiyle seçmiş olduğu kişilerin sadece kendilerini seçen kişileri değil seçmeyen kişileri dahi feraha kavuşturmak amacı güden bir yönetim türü demokrasi.

Zaten işin pamuk ipliğine bağlı olduğu ve bu pamuk ipliğinin koptuğu yer burası…

Nasıl mı?

Ülkemizde ve Dünya’da Emperyalist düzen kendi çarkı işlesin diye kendi adamlarını başa getirmeye çalışır. Ancak halkın uyanmasını engellemek içinde oylama sırasında seçeceğimiz kişileri dahi kendi adamlarından oluşturur.

Amaç bellidir: “Başkasının topraklarını kendisinin yönetme arzusu…”

Başkasının toprağını kendi yönetsin ki, kendi toprağındaki kaynaklar yetsin de artsın bile…

Aslına bakarsanız, bize iktisat dersinde öğretilen Dünya’da kıt kaynak olduğu durumu dahi buna bağlanabilir. Çünkü Dünya’da kıt kaynak filan yoktur. Dünya’da kaynak çoktur. Ama bunu “insan egosu” emperyalizm ile “hep bana” sistemine dönüştürdüğü için, kaynak çok azmış gibi gözükür.

Aynı Emperyalizm, halkı bu sistemden uyandırmamak için eğitim, sağlık,din,basın vs. kullanır. “Ki bu sistem ile istediğini de alır.”

Bu sebepler doğrultusunda demokrasi getireceğiz diyenler genellikle… Genellikle mi dedim… Pardon… Her zaman olacaktı o…

Her zaman için kendi ceplerini doldururlar ancak halkın cebini asla…

Bunun temel sebebi de aslında çok basit…

Eğer halkın gerçekten geliri yükselirse bu durumda hem kendi ülkesinin mali düzeyi düşer. Hem de geliri yükselen halkı kömür, buzdolabı, çamaşır makinesi, altın gibi günlük eşyalarla kandıramaz…

İşte bu sebepler yüzünden bırakın sadece halkı dünya’nın uyanması şarttır. Esas o zaman gerçek bir demokrasi olur. Esas o zaman “evet, demokrasiye davet” olur.

Ancak bu sistem oluncaya kadar Emperyalizme ve demokrasi diye başımızın etini yiyenlere Barış Manço’nun sözleri gibi davranmalıyız…



Hayır hayır boşuna yalvarma inanmıyorum sana
Hayır hayır gözyaşına da hayır inanmıyorum sana
Hayır hayır yüzbin kere hayır acı çektirme bana
Hayır hayır yüzbin kere hayır inanmıyorum sana

VOLKAN KAHYALAR

http://www.birmilyonkalem.com/
http://blog.milliyet.com.tr/
http://www.ulusalgundem.net/
http://www.gizlibelgeler.azbuz.com

11 Ağu 2010

Toprak... "İBB"

,
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün Kartal’da oluşturduğu Türkiye’nin toprak alanında uluslar arası akredite çalışmaları tamamlanmış ilk ve tek laboratuarının açılışı yapıldı geçenlerde.

Açılışı İBB başkanı Kadir Topbaş yaptı. Açılışta basına şöyle konuşmuştu Topbaş: “Toprağı çok iyi kullanmak gerekiyor. Çünkü 35 santimlik toprak tabakası 1050 senede ancak oluşuyor. Altından kıymetli bir değer. Bu değeri kullanmazsınız geri getirmesi imkansız sonuçlar doğurabiliyor. Bir karış toprağı kurtarabiliyorsanız insanlığa karşı bir vecibeyi yerine getirmiş oluyorsunuz.”

Evet doğru söylüyor Topbaş. Hatta çok doğru söylüyor da sadece doğru söylemek yetmiyor sayın Topbaş. Seçimler öncesi her tarafa tapu dağıtan siz değil misiniz? Ne yapıyorsunuz? Dediğimizde “evsiz mi kalsınlar” deyip seçimler sonrası yıkmıyor musunuz? Sonra hazır orası betonlaşmış diye çarpık kentleşme sebebi olmasına rağmen kulelerin, gökdelenlerin yada her ne derseniz deyin dikilmesine siz izin vermediniz mi?

O düşüncelerinizin aynı şekilde olduğu ve çok sevdiğiniz başbakanımız sayın Tayip Erdoğan: “ İstanbul çok büyüyor. Şehre vizeli giriş düşünüyorum.” Dediği zaman da nasıl oluyor da bu durumu onaylıyorsunuz? Sanki tüm bu sorduklarımı yapmıyorsunuz gibi…

Kelimeler tükendi. Yorum sizin…

VOLKAN KAHYALAR

www.gizlibelgeler.azbuz.com
www.birmilyonkalem.com
www.volkankahyalar.blogspot.com
www.ulusalgundem.net
www.blog.milliyet.com.tr

10 Ağu 2010

Yeter ki bir tarafın olsun!

,
Bu gün bir türlü bulamadığım ilk işimi bulmak için Atatürk havalimanına gittim. Tabi oraya gitmek için 2 araç değiştirmek gerekli. Malum şehrin bir ucunda havalimanı… İşte bu ulaşım keşmekeşinde metro’ya da binmek zorundaydım. Orada İBB( İstanbul büyük şehir belediyesi)’nin halkla ilişkiler amaçlı bastırmış olduğu dergiyi görüp okumaya başladım.

Derginin arka yüzü hemen dikkatimi çekti. Tam sayfa bir reklam vardı. Bu reklamda büyük puntolarla “Okur yazar olmadan hayatta olmaz” yazıyordu. Merak ettim detaylara baktım. Şöyle yazıyordu: “Görme, işitme ve ortopedik engelliler için ücretsiz, yatılı okuma yazma kursu başlıyor. Kursa katılanlardan ulaşım dahil tüm masrafları MEB tarafından karşılanacaktır.

Siz de çevrenizde ki veya ailenizde ki yetişkin engelli vatandaşlarımızın eğitimi için bize ulaşın hayatta kalmalarına birlikte destek olalım.

Ayrıntılı bilgi için: 0212 444 60 00”

Bu proje beni çok mutlu etti. Harika bir proje bu dedim kendi kendime ancak sponsorlar dikkatimi çekti. Medya ana sponsorları sadece : Atv, Sabah’ken; medya sponsorları Yeni şafak, Vakit, Star, Kanal 24’tü.”

Bildiğiniz üzere bu basın organları belli bir tarafın basın organları. Asıl sorunda burada çıkıyor.

Aslında ben her ne kadar cevabını biliyor olsam da birkaç sorum olacaktı…

1- Neden sadece bu basın organları destek veriyor?
2- Diğer basın organlarına bu konu hakkında bilgi verilmedi mi? Verildi ise kabul edilmedi mi?
3- Bu soruların cevabı her ne olursa olsun bu durum ayrımcılık değil mi?
4- Neden bu böyle olmak zorunda?

Bu soruların cevaplarını dediğim gibi ben biliyorum. Ve son söz olarak şunu söylüyorum: “Okur yazar olmadan hayatta olmaz ama yeter ki bir tarafın olsun!”

VOLKAN KAHYALAR

www.gizlibelgeler.azbuz.com
www.birmilyonkalem.com
www.blog.milliyet.com.tr
www.volkankahyalar.blogspot.com
www.ulusalgundem.net

7 Ağu 2010

Mucize çözüm: " Çok kısa bir sürede magazinden kurtulun!"

,
Burada tek suçlu olmasa bile en büyük suç basına aittir!

“Magazin’i halk talep ediyormuş!”

İyi de ortada ufak bir sorun mevcut “Basında ki sistemi sakin ola ki ticaret hayatına benzetmeyin!” Çünkü, ticarette arz eden mal, talep görmüyorsa çöker, iflas eder… Ancak basında durum biraz durum terstir… Şöyle ki: “Basın genelde talebi yaratır yani hep birlikte basın hareket ederse halkında talepleri buna göre değişkenlik gösterir.”

Bu durumu konumuz olan magazin üzerinden götürürsek eğer: “Basın, halka eğer her yaz bisiklet yarışını gösterirse şunlar gerçekleşir:

1- Bisiklet yarışlarının olduğu mekanlarda en ucuz ama en kaliteli denilebilecek turizm reklamları yapılmış olur.
2- Bunun yanında bisiklet sporu özendirilmiş olunur.
3- Kimse magazini konuşmaz.
4- Herkes bu magazin konusunu unutma boyutuna gelir ve bir daha da bu konu konuşulmaz.

Bu sadece ufak bir öneri…

Ancak, böyle bir başlangıç için halkın bunu talep ettiğine dair birkaç ufak hatırlatma yapması gerekebilir. Bunun için insanların biraz olsun örgütlü bir biçimde bu durumu istemediklerini belirtmeleri yeterlidir!

Yani, oturduğumuz yerden tek başımıza “e ne yapalım başka izleyecek bir şey yok ki!” bahanesinden kurtulmanın ufak bir yolu da bu şekildir…

VOLKAN KAHYALAR

biraz GDO biraz Kanserojen madde

,
Devlet, GDO’lu ürünlerin geçişine yine izin verdi…

Hem de 25 tane genetiği değiştirilmiş ürünlere izin verdi.

Ancak, bunun hakkında hiçbir açıklama yapmadı.

Yani, başından beri 70’i aşkın GDO’lu ürüne izin verip açıklama yapmadığı gibi…

Sonra Tarım ve Orman bakanlığından bir açıklama geldi…

“70’e aşkın kanserojen boyalı ürüne toplama kararı çıktı…” Diye

Sağlıkla sanki çok ilgileniyorlarmış gibi davranıp yaman çelişki içine düşmeleri ayrı bir konu… Ben ondan bahsetmeyeceğim…

Benim bahsedeceğim konu bambaşka…

Dikkat ettiyseniz 70 tane izine bir o kadar da yasak çıktı…

Yani, biraz zararlı biraz sağlıklı(!!)…

Yani , 12 Eylül’de eşit olsun diye (!!) sağdan ve soldan “biraz”cık adam asan zihniyetle aynı hareket yapıldı…

Yani, bu zihniyet şimdi hüngür hüngür ağlayıp 12 Eylülcüleri yargılamak için “Evet” diyin diyorsa…

“Yemezler!” neden mi?

Çünkü dediğim gibi zihniyet aynı…

70’e 70…

Biraz GDO izni… Biraz Kanserojen boya yasağı…



VOLKAN KAHYALAR

Bu konu çok "YAŞ"

,
Bugünkü konum gerçekten çok önemli. Önemli çünkü, bugünkü konum; bu yazıyı yazdığım anda devam eden “YAŞ toplantısı”

Bu konu adı üzerinde çok “yaş”

Neden mi?

Çünkü bu “yaş” toplantısında iktidar şunu açık ve net gösterdi: “Gerçek Atatürkçü askerler çeşitli iftiralarla, gerçeği yansıtmayan palavralarla operasyon düzenleyip görevden alınacak ve yerine kendi düşüncesinden geneli cemaatçi askerleri yerleştirecek”

Ki bunun yasal çerçevesinin hazırladıklarını “Anayasa taslağı” konusunu anlattığım, “işte bu yüzden Hayır!” yazımda belirtmiştim.

Amaç bellidir! Plan hazırdır!

Amaç TSK’yı tamamen pasivize edip ülkeyi böldürmektir!

Bunun için hukuki önemleri bu Anayasa taslağı ile yok etmeye çalışıyorlar!

TSK, iç tüzüğünde “hakkında tutuklama yada hüküm giydirilen kişiler terfi edilemez gerekirse TSK ile ilişkileri kesilir” tarzında bir ibaresi açık bir biçimde yazmaktadır. Bunun yazması TSK’nın prestiji ve güvenliği açısından gayet normaldir.

Asıl sorgulamamız gereken bu madde değil aksine TSK’ya mensup şahıslara atılan iftiralar ve bu iftiraların bir türlü ispat edilememesine rağmen tutukluluk hallerinin bir türlü geri çekilmemesidir!

Basın, halk, yetkililer asıl bu konu üzerinde yoğunlaşmalıdır!

Aksi taktirde iktidarın planına destek çıkmış olacak ve ülkenin bölünmesine katkı sağlayacaksınız!

Neden mi bunu diyorum?

Çünkü, plan tıkır tıkır işliyor… Atama yaşı yukarı çekilerek önlerine gelecek engelleri kaldırmaya çalışıyorlar!

Lütfen bu durumlara alet olmayalım ordumuza sonuna kadar destek çıkalım! Unutmayın her ne kadar geçmişte bazı yok sayılmayacak hatalar yapılmışsa da bugün onlar olmazsa biz olmayacağız!

Ordumuza hep destek! Tam destek! Onların ve bizim buna ihtiyacımız var!



VOLKAN KAHYALAR

31 Tem 2010

Özalcılar, "bu ne yaman çelişki böyle?"

,
Her zaman olduğu gibi şimdiden de “sözde gündemi” darbeler…

Hayır, gerçekten bir şeyler yapılsa yanmayacağım…

Ben artık iktidarın sığındığı, “darbecileri yargılayacağız!” Palavrasından bıktım usandım artık! Artık anlayın Türkiye’m. “Dava zaman aşımına uğruyor.”Bu yüzden hiçbir şey yapılmayacak!

Bu konuyu başka bir yazımda anlatmıştım. Ancak daha başka bir yazımda da anlatmak istiyorum.

Her neyse…

Benim konum bu değil…

Benim konum: “Sivil darbeyi görmeyen ancak sadece kafayı askeri darbe ile bozmuş olan sözde milliyetçiler, sağcılar , solcu liberaller, dincilerin sevdiği hatta ikinci Atatürk dedikleri “Turgut Özal”dır.”

Takdir edersiniz ki Turgut Özal’ın yaptıkları ile yapmadıkları apaçık ortadadır.

Ancak benim konum bu da değil…

Benim konum: “Darbe konusunda Turgut Özal’ın takındığı tavırdır.”

Bunu anlatma gereğim o sözde “darbe” karşıtlarının , asıl darbeye o neredeyse ayaklarını öpeceğiniz Özal’ın destek verdiğini ispat etmektir…

Son günlerde darbe tartışmaları sürüp gidiyorken yardımcılığını “Kemal Yamak’ın yaptığı Turgut Özal’a” bazı kesimler (ki isimlerini yukarıda saydım) demokrasiye katkılarından dolayı teşekkür ediyor!

Bu ne yaman çelişkidir!

Neden mi?

Açıklayım…

O hep darbe konularında bahsi geçen hatta kimi kesimlerce, “o hapishanede Allah yok” dedikleri Diyarbakır cezaevi’nin sıkıyönetim komutanı kimdi biliyor musunuz?

“Kemal Yamak…”

Kemal Yamak, Evren’in isteğiyle bölgeye gönderildi.

Sıkı yönetim komutanı olarak Kemal Yamak vahşetin bir numaralı sorumlusudur!

Kemal Yamak, emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın başbakanlık danışmanı olarak atandı!

Sonra Çankaya’ya Özal çıktığı zaman Kemal Yamak’ı cumhurbaşkanlığı genel sekreterliğine getirdi!

E ne mi olmuş?

Şöyle diyeyim…

Hani Özal demokrasiye saygı duyuyordu ya… Madem öyle Evren ile birlikte baş zanlılardan yer alması gereken Yamak, ne oldu da Özal’ın yardımcılığını yaptı?

Başta da sorduğum gibi…

Bu ne yaman çelişki?...

Not: Darbenin 29.yılında Hasan Celal Güzel televizyona çıkarak 12 Eylül darbesine nasıl yiğitçe mücadele verdiklerini söylemişti. E haklı adam(!!)

VOLKAN KAHYALAR

29 Tem 2010

Pitbul ve TBMM ilişkisi...

,
Bilindiği gibi, TBMM’nin “insanlar zarar görüyor, harekete geçin” talimatıyla İç işleri, Çevre ve Tarım bakanlıkları; pitbulların toplanması için harekete geçti.

“ee ne olmuş yani?” Demeyin…

Anlatayım…

Bu ülkede pitbul’ların kaç insan öldürdüğünü biliyor musunuz?

Zannetmiyorum…

Neden bilmiyor musunuz?

Çünkü, istatistik yapanlarda bilmiyor ki siz bilesiniz…

Bunu nereden mi çıkardım?

Kendi çapımda ufak bir araştırma yaptım efendim…

Ve sonuçta işte böyle çıktı…

Ortada ne kadar zarar verdiği bilinmeyen bir durum için TBMM önlem alınmasını istiyor.

Ama…

Ortada terör gibi ne kadar zarar verdiği belli olan yani 1984’ten bu yana 41.828 cana mal olan büyük bir olay için yani düpedüz “katliam” için sadece iktidarın “açılım” adıyla yapmış olduğu “sözde” önlem alınıyor. Onu da muhalefet partileri öneri sunmadan sürekli eleştiriyor…

Bu nasıl iştir?!

Yani, bir hayvana verilen önem bir insana verilmiyor!

Ne meclis ama…

“Anlatılmaz yaşanır” boyutunda…

Aslında bana kalırsa pitbul’ların değil bu meclisin toplatılması lazım…

Hem de toplanırken meclistekilerin kaçmalarını engellemek için: “Nerede olduklarını ihbar edene büyük pala ödülleri konması lazım!”



VOLKAN KAHYALAR

24 Tem 2010

Bir öykü olabilir ama... "Hayır!"

,
Bu hikayede ki her şey hayal ürünüdür.

Kişiler ve kurumlar gerçek değildir…

Ancak bu ileride bu hikayenin gerçek olmayacağı anlamına gelmez!

Tarihler 13 eylülü gösteriyordu.

Yıllardan kaç mı? Bu sene… Yani 2010…

Referandum, yüzlerce tartışmadan sonra sonunda olup bitmişti…

İktidar, kazanmanın vermiş olduğu mutlulukla : “Türk milleti doğru olanı yapmıştır” dedi.

Tarih 28 Eylül 2010

Ergenekon davası tüm hızıyla devam ediyor. Askerler, teker teker göz altına alınıp her hangi bir sebep gösterilmeden tutuklanmaya devam ediliyor.

Yeni anayasa ile askeri savcılara verilen yetkiler çerçevesinde, Ergenekon davası bahane edilip askerlerin askerlik ile ilişkileri kesilmiştir. Bu doğrultuda da bundan sonra yargılanan askerler sivil olarak yaşamlarına devam edeceği için sivil yargıda yargılanabilecek. Bu durum 12 eylül tarihinde referandum da “evet” denilmesiyle olmuştu.

Tarih 13 Kasım 2010

Mecliste devlet bakanı: “Türk halkına alenen aşağılayan konuşmalar yaptı. Bu duruma MHP ve CHP’den sert tepkiler geldi. Mecliste kavga çıktı…

CHP ve MHP’den yapılan ortak basın açıklaması ile olay mahkemeye intikal etti.

Tarih 17 Kasım 2010

Devlet bakanının yapmış olduğu halkı aşağılamaya yönelik dava düştü. Mahkeme, buna gerekçe olarak T.C Anayasasının 12 eylülde referandum ile değiştirilen 69. maddesi ile karar verdi.

Tarih 9 Ekim 2010

İktidar, seçim için harcamaları hiç olmadığı kadar arttırdı. CHP, bu durumu açıklaması için iktidarı basın toplantısına davet etti.

Basın toplantısını kabul etmeyen iktidar “ne var canım! Anayasamızın Md 69’unda belirtildiği gibi partimizin mali durumunu Sayıştay yapar. Eğer bir şey olsa onlar söylerdi. CHP’ye ne oluyor?!” Dedi.

Tarih 17 Aralık 2010

“Gidiş hata dur demek için toplanıyoruz” diyen özgürlük platformu, Taksim de yürüyüş yaptı. Yürüyüşe CHP ve MHP’den birçok millet vekili de katıldı.
Ancak polis bu yürüyüşü engelledi. Emniyet amiri: “Sizler teröristsiniz! Neyiniz eksik ki isyan ediyorsunuz” dedi.

Özgürlük platformu başkanı yaptığı açıklamada: “Tamamen korku imparatorluğu kurulmaya çalışılıyor. Artık birlik olma, korkmama zamanı” dedi.

30 Aralık 2010

CHP ve MHP genel merkezleri Ergenekon operasyonu kapsamında arandı. Ankara emniyet müdürü tarafından basına yapılan açıklamada: “Bu partilerin terör eylemine destek verdiği düşünülüyor. Operasyon bu yüzden başlatılmıştır.” Denildi.

12 Ocak 2011

CHP ve MHP “terör eylemine destek vermek” uçundan anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı. Yapılan açıklamada terörün içinde gösterilen sebeplerden bir tanesi ise “özgürlük platformunun yaptığı Taksim yürüyüşüne katılmak” olduğu bildirildi.

15 Mart 2011

İstanbul barosunun gazetemize yapmış olduğu bir açıklamada şunları denildi: “ Bizler 12 Eylül 2010 ’da referandum için “hayır” kullanın dediğimiz anda bizi neredeyse vatan haini ilan etmişlerdi. Darbeye destek veriyor demişlerdi. Halkın büyük çoğunluğu bize inanmamıştı. Ancak şimdi sadece referandumdan sonra ki bir buçuk sene boyunca bizim ne kadar haklı olduğumuzu anladılar ama iş işten geçti… İkinci bir 12 Eylül vakası yaşıyoruz! Ve bu referandumun aslında darbeye karşı değil aksine ikinci bir darbe yaptığının göstergesidir”

Hikayemize daha devam edeyim mi?

Sanırım anayasa taslağına neden “hayır” demeliyiz. Şimdi anladınız…

Halen anlamadıysanız şunu unutmayın: “Başta dediğim gibi yazılanlar hayal ürünü olabilir ama bu durum olmayacağı anlamına gelmiyor. Malum eğer evet derseniz bunların hepsine yasal olarak iktidar yetkili olacaktır.”

VOLKAN KAHYALAR

23 Tem 2010

bu yüzden "hayır!"

,
Neden hayır?

Bu yazıyı bir hukukçu “olmayarak” yazmayayım dedim ama yeter artık! Hukukçu olan olmayan herkes referandum hakkında yorum yapıyor. Bırakın hukukçu olmayı, hukuktan anlamayanlar bile yorum yapıyorlar.

Ben mi? Ben ise, hukukla az buçuk ilgilenen birisiyim… Bu yüzden bir Kemalist olarak kendime görev ediniyorum: “Neden hayır” denilmeli?

Şimdi size madde madde bunu açıklayacağım…

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 53 üncü maddesinin kenar başlığı “A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı" şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.

“Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.

Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Uzlaştırma Kuruluna başvurabilir. Uzlaştırma Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir.
Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, Uzlaştırma Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir."

Memurluğun özelleştirilmesi konusu mevcut iken bu maddenin olması bile saçma… ( ki yeri gelmişken söyleyeyim bu iktidar ne kadar tartışılırsa tartışılsın istediğini istediği gibi yapıyor. Ve elde kalan sadece esas tartışılması gereken ancak tartışılmayan, önüne geçilebilecek ancak bu hareketten dolayı yapılamayan konular kalıyor)

Özelleştirmelerden sonra “tekel işçilerine yapılanlar ortadadır.” Kaldı ki her devlet dairesi liberal sistem ile iktidara yük olarak görünüyor.

“4-C ‘ye geçen işçiler bile” daha sonra güvence altına alınması gerekirken ona bile güvence verilmemiştir. İstenilen işçi istenildiği an çıkarılmıştır. Yani özelleştirme olsa da olmasa da güvence altında olunmayacak! Bu yüzden “hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 69 uncu maddesinin üçüncü, dördüncü, yedinci fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, altıncı fıkrasının sonuna “Meclis çalışmalarındaki oy ve sözler, Mecliste ileri sürülen düşünceler ve Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunların Meclis dışında tekrarı veya açığa vurulması ile idarenin eylem ve işlemleri, odaklaşmanın tespitinde gözetilemez." cümlesi eklenmiş, dokuzuncu fıkrasındaki “beş yıl" ibaresi “üç yıl" şeklinde değiştirilmiş, dokuzuncu fıkrasındaki “temelli" sözcükleri, onuncu fıkrasındaki “temelli olarak" ibaresi ile beşinci ve sekizinci fıkraları yürürlükten kaldırılmıştır.

“Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Siyasî partilerin malî denetimi Sayıştay tarafından yapılır. Sayıştayca siyasî partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Sayıştayın bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.

Siyasî partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan her bir siyasî partinin beşer üye ile temsil edildiği ve Meclis Başkanının başkanlığında oluşturulacak Komisyonun üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ve gizli oyla vereceği izin üzerine açılacak dava, Anayasa Mahkemesince kesin olarak karara bağlanır. Komisyonun bu kararı, yargı denetimi dışındadır. Reddedilen izin başvurusunda ileri sürülen sebepler, hiçbir şekilde yeni bir başvuruya konu olamaz. Siyasî parti gruplarında ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde izin konusunda görüşme yapılamaz ve karar alınamaz."
“Anayasa Mahkemesi, yukarıdaki fıkraya göre kapatma yerine, dava konusu fiillerin ağırlığına göre ilgili siyasî partinin Devlet yardımından kısmen veya tamamen yoksun bırakılmasına karar verebilir. Devlet yardımından yoksun bırakılma, bağlı olduğu kapatma davasının ve kararının usulüne tabi olup tek başına dava konusu kılınamaz."
Bu madde, mecliste çoğunluğu elinde bulunduran iktidar, hem gücünü hukuki açıdan sağlayıp partinin kapanmasını engelleyecek hem de Sayıştay da adamları mevcut olmasının avantajlarını kullanacaktır.

İktidar bu anayasa taslağı kabul edildiği zaman bununla da yetinmeyip aynı madde de şunları belirtmiştir: “ Mali yönden bağımsız olacağım, istediğim parayı istediğim şekilde hesabıma “resmi olarak” geçirebileceğim yani kara paranın bile hesabı soramayacaksınız!” Bu yüzden “Hayır!”

Bu maddenin söylevler hakkında ki fıkrası düpedüz meclis içinde milletvekillerinin dokunulmazlığına dokunulmazlık katan bir maddedir. Çünkü açıkça “meclis içinde istenilen söylenebilir.” Denilmiştir!

Bunun yanında kapatmada yasaklanan siyasilerin 5 yıldan 3 yıla indiriliyor. Yani düpedüz biz kapatılırsak daha çabuk dönüş yapalım denilmiştir! Bunda ne var demeyin? Çünkü Anayasa mahkemesi her hangi bir sebep göstermeksizin bir partiyi kapatmaz! Bizim gibi demokrasinin yerleşmemiş olduğu bir ülkede “demokrasi demokrasi” diye rejim değişikliğine gitmek isteyen kişileri engellemek için bu madde çok önemlidir! Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 84 üncü maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.

Önceki maddede olduğu gibi bu madde de düpedüz parti kapatma ortadan kaldırılmak istenilmektedir. Aslında demokrasi için çok iyi bir durum olan bu durum, bizim ülkemize işbirlikçi partiler geldiği sürece çok kötüdür. İktidarın, AB + ABD + NATO ile iş birliği yaptığı düşünüldüğünde…. Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 125 inci maddesinin ikinci fıkrasına “Ancak, Yüksek Askeri Şuranın Silahlı Kuvvetlerden her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır." cümlesi eklenmiş, dördüncü fıkrasının birinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz."

Bu madde de açık ve net olarak şöyle denilmiştir: “ Yüksek askeri şuraya kendi adamlarımızı yerleştireceğiz böylece askerlikte ki kilit isimleri ortadan kaldıracağız” Ki görüyoruz “Ergenekon iddianamesi ile üç yıldan beri “tutuklu” olan ancak neden “tutuklu olduğunu bilmeyen” askerleri… “Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 145 inci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“MADDE 145- Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişilerin, sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askerî suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.

Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."

Bu madde açık ve net bir biçimde Askeri yargının ortadan kaldırılması için bir adımdır. Bu madde de bir önceki madde gibi askeri “Ergenekondan içeri atarım” mantığını getirmektedir. Çünkü unutulmamalıdır ki “Ergenekon iddianamesi” bir sivil mahkemedir. Eğer askeri mahkeme olursa,iktidarın düşüncesindeki asker bir çok kişi yargılanacakken bu madde ile yargılanması ortadan kalacak. Bununla da kalmıyor bu madde, aynı zamanda istediği askeri istediği şekilde içeri koymak için elinden geleni yapacağını gösteriyor. Ki bunun en yakın örneğini komutan Dursun Çiçek ile gördük. Askeri mahkeme davayı temize götürürken sivil mahkeme hükümlü olmasına karar veriyor. Bu yüzden “Hayır!”

“MADDE 146. - Anayasa Mahkemesi ondokuz üyeden kurulur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üçer aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; beş üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar veya Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından; iki üyeyi ise yüksek öğrenim görmüş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından seçer.

Yargıtay, Danıştay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarından, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış olması şarttır.

Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve üç daire başkanı seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.
Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar."

Bilindiği gibi “Anayasa mahkemesinin” görevleri arasında kilit noktalar vardır. Cumhuriyeti koruyan yegane taşlardan bir tanesidir Anayasa mahkemesi… Bu maddeyi anlamak için onun görevlerini iyi bir biçimde bilmemiz gerekmektedir. Bunlar:

- Yasaların Anayasaya Uygunluğu Denetimi
- Yüce Divan
- Yasama dokunulmazlıklarının kaldırılması
- Partilerin Kapatılması
- Partilerin Mali Denetiminin yapılması
- Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Başkan ve başkanvekilini seçmek

Görüldüğü gibi Anayasa mahkemesinin görevleri arasında kilit noktalar vardır. Bu kilit noktaları rejimi değiştirmek isteyen iktidarın yok etmesi gerekmektedir. İşte bu yüzden getirilmek istenen sistem ile Anayasa mahkemesi ele geçirilmek istenmektedir. Bu yüzden “Hayır!”

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 156 ncı maddesinin son fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir."
Diğer maddelerden de anlaşıldığı üzere hazırlanan taslakta bir madde birkaç madde ile desteklenmiştir. Bu Anayasa hazırlamanın gereğidir. İşte bu yüzden rejime yönelik olan bu anayasa taslağı askeri mahkemenin kaldırılması anlamına gelen bu maddeyi bir kere daha eklemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

İktidarın sürekli olarak bu maddeyi kullanması dikkat çekicidir. Ancak bu maddeyi anlamak için bir alıntı yapmak istiyorum : “Hulki Cevizoğlu’un Unutkanlık bölgelerinin işgali adlı köşe yazısından : “ Bakınız, 12 Eylül referandumu için “12 Eylülcülerden hesap soracağız! 12 Eylül darbe anayasasına hayır” diye bas bar bağıran AKP İktidarının Adalet Bakanı ne demiş?
TRT 1 televizyonundaki “Enine Boyuna” adlı programda gazeteciler sormuşlar:
“12 Eylül’ü yapanlar, yargılanabilecek mi?”
Sadullah Ergin yanıtlıyor:
“Şu anda yargılanacaklar ya da yargılanmayacaklar demek mümkün değil. Yargıda 2+2=4 demek değildir!”
Bir başka gazeteci benzer soruyu tekrar soruyor.
Adalet Bakanı, “Mağdurlar başvuru yapabilirler. Mahkeme karar verecek!”
Oysa, bakan çok iyi bilmesine rağmen bu konuda 30 yıllık bir zaman aşımı süresi var ve bu da referandumun yapılacağı 12 Eylül 2010’da doluyor. Yani, 13 Eylül’den itibaren hiç kimse, Kenan Evrenlere dava bile açamaz!.. Bu yüzden “Hayır!”

GEÇİCİ MADDE 19- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, birer üye, Sayıştay Genel Kurulunun ve baro başkanlarının gösterecekleri üçer aday arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

Sayıştay Genel Kurulunda, Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

Cumhurbaşkanı, yükseköğrenim görmüş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasından iki üyeyi seçer.

Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde bulundurulur.

Anayasa şikâyetine ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren anayasa şikâyeti başvuruları kabul edilir.

Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.

Sayıştay hakkında Madde 69’da belirtmiş olduğum duruma burada açıkça “evet öyledir” denilmiştir.

GEÇİCİ MADDE 20- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir.

a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yüksek öğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri
Taslak sayfa : 8 / 9
arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.

b) Anayasa Mahkemesi, bir asıl ve bir yedek üyeyi Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer. Mahkeme Başkanı bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üye adaylık başvurularını ilân eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar başvurularını yaparlar. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Mahkeme, adaylar arasından bir asıl ve bir yedek üyeyi seçer.

c) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

ç) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adli yargı hâkim ve savcıları arasından, adli yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun gözetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hâkim ve savcıları arasından, idari yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun gözetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun gözetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev
Taslak sayfa : 9 / 9
yapan idari yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır.

Birinci fıkranın (a), (b), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.

Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler sırayla göreve başlarlar.

Bu madde uyarınca seçilen üyelerin göreve başlamasını müteakip yapılacak ilk Kurul toplantısında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinden ad çekme suretiyle belirlenen bir asıl vebir yedek üyesinin görevi sona erer. Kalan asıl ve yedek üye ise seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar görevlerine devam eder. Bu üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (ç) bendi uyarınca seçilenler göreve başlarlar.

Birinci fıkranın (c) ve (ç) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü ve dördüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (b), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.

İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, 30000 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.

İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu,

a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır.

b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.

c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.
ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür. Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.

Bu madde de ise adalet sistemini rektör atamaların da eğitimi bozdukları gibi bozmaya çalışacaklarını göstermektedir.

Genel bir yorum yapmak gerekirse eğer, bu anayasa taslağına baktığımızda açık ve net bir biçimde “dikta yönetimini resmi hale getirmek istiyoruz” denildiği görülmektedir. Bunun için adaleti, gelir kaynaklarını “resmi olarak” kullanabileceklerini de görüyoruz. Sadece bunlarla da bitmiyor. Aynı zamanda seçimlerden önce dokunulmazlığı kaldıracağını iddia ederlerken şimdi ise meclis içinde dokunulmazlığı daha da derinleştireceğini göstermektedir bu anayasa taslağı… Eğer bu taslağa “evet” derseniz emin olun o zaman bir 12 eylül daha yaşarız! Bu aşikardır. Bu yüzden 12 eylül’de 12 eylül’e Hayır! Diyelim…

Bunu dedim diye sakın yanlış anlaşılmasın “sen darbeye karşı değil misin?” denilmesin. Benim düşüncemi Ahmet Hakan’ın İmkansız mı? Adlı köşe yazısından alıntı çok iyi açıklıyor. Son olarak onu paylaşıp yazımı bitiriyorum:

İmkânsız mı?


* Hem darbelere, hukuk dışı girişimlere, çetelere sonuna kadar karşı olmak, hem de Silivri Cezaevi'ndekilerin hukuklarına sonuna kadar sahip çıkmak imkânsız mı?
* Hem 12 Eylül Anayasası'nın değişmesini istemek, hem de yargıya egemen olmak maksadıyla yapılan Anayasa değişiklerini kuşkuyla karşılamak imkânsız mı?

* Hem CHP'nin ideolojik duruşuna itiraz etmek, hem de bu duruşu hafiften esnetmeye çalışan lidere destek vermek imkânsız mı?

* Hem laikliğin değişmez bir ilke olarak korunması konusunda titiz olmak, hem de dini sembol-lerin kullanılmasının özgür olma-sını savunmak imkânsız mı?

* Hem hükümet yanlısı yayın organlarında yazıp çiziyor olmak, hem de biraz olsun hakkaniyetli davranmak imkânsız mı?

* Hem hükümete karşı bir duruş sergilemek, hem de hükümetin yaptığı bazı güzel uygulamalara destek çıkmak imkânsız mı?

* Hem terörün son bulması için çaba sarf etmek, hem de Kürt halkıyla empati kurarak “ne istiyorlar?” sorusuna yanıt bulmak imkânsız mı?
VOLKAN KAHYALAR
 

1 Fikir Ver ! Görüş, Yorum, Anlayış farkı... Copyright © 2011 -- Template created by O Pregador -- Powered by Blogger Templates